havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

TAKSİM’DEN ANADOLU’YA HALK HAREKETLERİ

1476
 
“…Benim bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyin
Işıklı nehirler büyütür silah seslerim tankaranlığında
Yekinir yürür orman
Yekinir yürür toprak
Yekinir yürür kalabalıklar
Ve der ki kitabın ortayerinde
Bütün ırmakları dünyanın
Kızılırmaktan geçer…”
 
HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL
 
 
“Yekinir yürür kalabalıklar” Yekinip yürüyen kalabalıkların, halkın; ayak seslerinin okyanusların ötesinden bile duyulduğu, sloganlarının yıldızlara ulaştığı ve Mayıs’ın son günlerinden bir gece sabaha karşı yani dizelerde söylendiği gibi “al ve şafakleyin” Gezi Parkında yüksek makamlardan gelen emirlerle saldırıya uğradığı, coplandığı, tazyikli sulara maruz bırakıldığı, çadırlarının yakıldığı “an” aslında her şeyin; birleşmenin, dayanışmanın, öfkenin, kararlılığın yükseliş anı oldu.
 
İstanbul’dan Adana’ya, Ankara’dan Çanakkale’ye, Samsun’dan İzmir’e ve ülkenin tüm kentlerine, kasabalarına yayılan bir halk hareketi, bir isyan dalgası kendi kültürünü ve bilincini de yaratarak şekillenir oldu. Bu görkemli ayağa kalkış aynı zamanda halkın dostlarını ve düşmanlarını da birer birer açığa çıkardı. Varlığını ve geleceğini iktidarın geleceğine bağlayan televizyonlar, gazeteler, kalem erbabı, üniversite hocaları; en az iktidar sahipleri kadar halkın karşısında saf tuttular, eylemi karalamaya yeltendiler!...
 
Pazar günü adını “Teke Tek” koyduğu programı ile delikanlılık, mertlik, dürüstlük algısı yaratmak isteyen Fatih Altaylı; bütün bir Anadolu coğrafyasında olup bitenleri görmezden, duymazdan gelerek Başbakan’ın karşısında sorulması gereken sorulardan bile korkarak yaman bir propagandanın aracısı, ileticisi durumuna düşmüş bir zavallılık içerisinde eveleyip geveliyordu!... Başbakan çapulcular diyordu halka!... Sokağa çıkan halka Kaddafi fareler demişti, Hüsnü Mübarek; Tahrir Meydanını dolduran yüzbinlere sürüngenler!... Yineleyelim, Tayyip Erdoğan çapulcular demişti!... Başbakan hızını alamıyordu; ayyaşlar, alkolikler, kafası kıyak olanlar ve dahasını istiyorsanız arşivleri tarayın!...
 
Fransız devriminden bugüne, dünyanın bütün ülkelerinde, bütün coğrafyalarda; iktidar sahipleri, diktatörler, zalimler ayaklanan halka karşı hep benzer sıfatlar kullandılar; ayak takımı, çapulcu… Kimileri ise milyonların isyanını, sokağa çıkışını ideolojik diye başka bir noktadan karalamaya çalıştı; Taksimi sermayeye, rantiyeye açmak, halka aşağılayıcı ifadelerle hakaret etmek, bütün yandaşlarını palazlandırmak ne kadar ideolojikse, sokağa çıkan halk da o kadar ideolojik bir tutum içerisindedir. Ama bana sorarsanız ve ne yazık ki bu hareket sistematik bir ideolojiden ve politikadan yoksundur. Ve bu hareketin en temel zaafı, en yumuşak karnı tam da bu noktadır.
 
Ve yine diyorlar ki kimi ideolojik gruplar bu kitleleri kışkırtıp sokağa döküyor, ve yine ne yazık ki Türkiye’de henüz hiçbir devrimci demokrat örgüt, parti, kurum; böylesine geniş kalabalıkları sokaklara dökecek, yönetecek, taktik ve stratejik planlara bağlayarak ilerletecek bir kitle bağına, örgütsel mekanizmalara sahip değildir. Ve bu hareketin ikinci yumuşak karnını da burası oluşturmaktadır.
 
Bu hareket, bu görkemli kitle dalgası yalnızca yönetenler açısından değil herkes açısından öğretici derslerle doludur. “bu halktan hiçbir şey olmaz” diyenlere, halkın gücü yerine kendi gücünü koymak isteyenlere, en büyük yaratıcı ve değiştirici gücün halkın gücü olduğunu görmezden gelerek kendi saflarına sayı ile insan isteyenlere ve yorgun ve bitap düşmüş aydınlara, solcu eskilerine de bir ders vermiştir.
 
“Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi” anlayışı ile “ben ne istersem o olur” diyen ve yine her iki kişiden birinin oyunu tapulu malı zanneden ve dahi kendini “kadir-i mutlak” sananlara bir ders vermiştir. Başbakan’ın kimyası bozulmuştur, kendine güveni sarsılmıştır. Ve İhsan Eliaçık’ın ifadesi ile “Karizması çizilmiştir”. Fatih Altaylı’nın programını izleyenler, Başbakan’ın ifade tarzını bilenler bunu çok rahat gözlemlemişlerdir.
 
Bugün Türkiye’de olup bitenler sokakları dolduran milyonların tepkisi ve kararlılığı ve büyüklüğü; hiçbir politik hareketin, partinin sahiplenebileceği, hanesine yazabileceği bir hareket değildir. Halkın doğrudan kendisinin özne olduğu, kendisine ait bir harekettir. Dayanışmayı, özveriyi ve kendi gücünü yeniden keşfettiği, yeniden şekillendirdiği, tecrübe kazandığı, bilincine ve hafızasına yazacağı bir zenginliğin adıdır, adı olacaktır.
 
Evet; bütün devrimci demokrat örgütlerin, halktan ve emekten yana olan partilerin ve örgütlerin katkı sunduğu, katıldığı, öğrendiği ve eğitildiği; küçümsenmeyecek, önemli bir tarihsel andır. Bu hareket bütün devrimci demokrasi mücadelesi verenlerin kavrayacağı halkayı, izleyeceği kitle çizgisini, dokunması gereken alanları ve noktaları gösteren derslerle doludur. Halktan öğrenmeden, onun yaratıcı gücüne inanmadan, onun değiştirip dönüştürücü büyük yeteneğini keşfetmeden; bağımsızlık, demokrasi ve devrim mücadelesinin başaralı olamayacağını göstermesi bakımından da tarihsel öneme sahip verilerle ve derslerle dolu bir harekettir.
 
Bu hareketin hangi sonuçları doğuracağını somut ve pratik olarak belki bugünden söylemek mümkün olmayabilir. Ama bilinmelidir ki; sosyal, toplumsal ve politik hayatı ilerletecek, kalıcı izler bırakacaktır. Bu hareketi kirletmeye, değersizleştirmeye, provoke etmeye, itibarsızlaştırmaya çalışan hiçbir ideoloji, politika, propaganda ve doğrudan pratik girişimler başarıya ulaşamayacaktır. Halkın büyük aklı, sezgi gücü, sağduyusu, pratik ve politik bütün provokatif girişimleri aşacak nitelikleri kendi içinde barındırıyor ve her gün biraz daha büyüyerek güç kazanıyor. Düzen içi hiçbir kliğin bu hareketi kendine mal etme ve yedekleme çabası başarıya ulaşamayacaktır. Halk bu yolu kendi eyleminden öğrenerek ana gövdesini kendi çizgisinden çıkarmayarak yürümeye devam edecektir. Artık ve yalnızca ve en önemli çoğunluğu iktidarın dördüncü kuvveti olan medya kuruluşlarının her gün ve her eylemde ipliği biraz daha pazara çıkarak halka karşı tuttuğu pozisyon bu devasa gücü görmeyen, yok sayan yayın politikası ve çizgisi belleklerde ve bilinçlerde yerli yerine oturuyor ve oturacaktır.
 
Bu hareketin yankıları, yansımaları dünyanın birçok ülkesinde pratik ve moral desteklerini de yaratmıştır. Dünyanın birçok başkentinden destek eylemlerini izliyoruz, tanıklık ediyoruz. Bu destekler önemli ve değerlidir. Halkın kendi eyleminden öğrenmesi, hafızası bu eylemlerde bir başka açıdan da ortaya çıkmıştır. Susurluk çetesine, kontrgerilla eylemlerine bilumum ergenekonculuğa karşı yapılan “aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri evlerde ve sokaklarda; ışıkları yakıp söndürerek, ıslıklarla, tencere kapaklarına vurarak yeniden ortaya çıkmıştır.
 
Sonuç olarak; Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetinin Hüsnü Mübarek ve Beşar Esad’a bu ülke halkları sokaklara döküldüğünde verdikleri öğütleri, önerdikleri tutumları bugün kendilerinin uygulamaları gerektiği bir politik-pratik tarzı hayata geçirmeleridir. Halkın taleplerine, isteklerine kulak vermeleridir. Geç kalmadan, zaman geçirmeden, inatlaşmadan ve bir an önce bu zulme ve baskıya son vermeleri; halkı aşağılamaktan, inatlaşmaktan vakit geçmeden dönmeleridir. Taksim Gezi Parkı ile ilgili mahkemenin kararına tepki göstermek, halkı aşağılamak, eylemleri sağından solundan, orasından burasından karalamaya çalışmak; uygulanan şiddeti, ölüm ve yaralanmaları haklı gösteren, meşruluk kazandırmak isteyen çabalardan ve retoriklerden vazgeçilmelidir. Ve yine timsah gözyaşı döken hükümet sözcüleri, iktidar yalakaları; gerçeklere gözlerini, kulaklarını, vicdanlarını ve akıllarını kapatmaktan vazgeçmelidirler. Demokrasinin yalnızca seçim sandığından ibaret olmadığını, kamuoyu tercihlerinin değişkenliğini kavrayarak sokakları dolduran milyonların tepkilerini doğru okumaları ve anlamaları; bugün sorunun çözümü için tek çıkar yoldur. İnatlaşma, yanlışta ısrar, “ ben ne dersem o olur, o olmalıdır” büyüklüğünden (!) bir an önce geri durulmalıdır!...
 
Yazıyı bitirmeden Bay Laçiner’in bir cümlesine de gönderme yapmadan geçersek ayıp olur; Rektör Laçiner diyor ki; “çevre, ağaç, park bahane devrim şahane”… Eh bu sözün karşılığı; “tarih-kışla bahane, rant-rantiye şahane!...”