havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

TEKME TOKAT DEMOKRASİSİ

1465
Yazıya, Başbakan Erdoğan’ın Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği toplantısında sarf ettiği bir cümleyle başlayalım; ‘Tayyip Erdoğan diktatör olacak sen meydanlarda dolaşacaksın öyle mi’ bu söze ne söylenir biliyorum ama buraya tekrar döneriz. Başbakan hangi toplantıya katılıyorsa nereye gidiyorsa ya bir hadise çıkıyor ya da bir hadise çıkarıyor. Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay’ın kuruluş yıldönümü toplantıları henüz hafızalardan silinmedi. Sonra Soma felaketi ve Başbakanın bu ilçeye yaptığı ziyarette çıkan olaylar. Polisin yakınlarını kaybetmelerinin acısı ile protesto gösterileri yapan, yetkililere Başbakan dâhil tepkilerini gösteren yurttaşlara müdahalesi yetmezmiş gibi Başbakanlık Müşavirinin bir vatandaşı tekmelemesi ve yine iddialara göre Başbakanında bir yurttaşı tokatlayarak küfürler savurması iddiaları. Ben üzülerek söylemeliyim ki bu iddialara inanıyorum. Sonrasında TOBB toplantısında Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak yaptığı şiddet dozu yüksek, öfkeli konuşma. Bu davranışların ve yöneltilen iddiaların toplamı üzerinden bir değerlendirme yaptığımızda, sokaklarda gerçekleşen ve ölümlere varan güvenlik güçlerinin müdahalesinin dayandığı siyasi arka planı müdahalelerin güç kaynağının nerelerden alındığını anlayabiliyoruz. Durum öyle bir hal almış ki; anayasal demokratik haklarını kullanarak sokağa çıkanlara karşı kimi güvenlik güçlerinin ‘vatan hainleri’ diyerek göstericilere saldırdığına tanık oluyoruz. Bir ülkenin Başbakanı ve onun en yakınındaki müşaviri; vatandaşa tekme tokat girişiyor, güvenlik güçleri de tazyikli su, gaz, cop, kullanmakla yetinmeyip artık gerçek mermiler kullanır hale geliyor. Başbakan ve müşavirinin Soma çıkarması ve orada gerçekleşen olaylar sonrasında Başbakana yöneltilen eleştiriler karşısında; kendisini vaziyeti toparlamakla mükellef zanneden; ‘benim bir özgül ağırlığım var’ diyen hükümet sözcüsü Bülent Arınç, kendi iddia ettiği özgül ağırlığına uymayan bir hafiflikte masal kabilinden yazdığı senaryo ile halkın aklına, zekâsına hakaret sayılabilecek bir savunma çizgisi ortaya koyuyor. Ayıp oluyor Sayın Arınç, bu kadar da kör gözüme gözüme olmaz ki!...
       Ne yazık ki artık Başbakandan başlayarak hükümet yetkililerinin bu tür davranışları ve açıklamaları kanıksanmaya başladı. Eskiden benim gençlik yıllarımda ‘devlet terbiyesi, ‘devlet aklı’,      ‘devlet geleneği’ diye birtakım kavramlardan söz edilirdi. Protokol nezaketinden, protokol kurallarından dem vurulurdu. Ne yazık ki şimdilerde bu kavramların yerinde yeller esiyor.
         Memleket, öyle bir hale getirildi ki yalnızca maden işçilerinin değil, tersane işçilerinin değil, sokaklarda gösteri yapanların değil, cenazesini kaldıranların bile can güvenliğinin olmadığı, gerçek bir tehdit ve tehlikeyi yaşıyor duruma geldik.
        Peki, bu olan bitenin sorumlusu kim!... Son 12 yıldır ülkeyi yöneten hükümetin, sorumluluğu yok mu, can güvenliğini kim sağlayacak, başkalarına’ haddini hukukunu’ sık sık hatırlatan Başbakan, güvenlik güçlerine hadi haddini demeyelim hukukunu hatırlatmakla sorumlu değil mi? Başbakanların da hukuklarının, hadlerinin bir sınırı olduğunu bilmiyor mu? Yine; ‘ benim Bakanım’, ‘benim Milletvekilim’, ‘benim Valim’, ‘benim Emniyet Müdürüm’ diyerek kendisini merkeze alan ve her kurumun sahibi zanneden Başbakanın, yaşanılan bunca olumsuzluklardan, ölümlerden siyasi sorumluluğu yok mu? 
        Aslında demokrasi adına, hukuk adına ve hatta anayasa adına hangi taşın altını kaldırsanız hangi olayı değerlendirseniz bir olumsuzluğu görebilirsiniz.
         Akıl sağlığını kaybetmeyen; çıkar ilişkilerinin, menfaatlerin, yalakalığın, şakşakçılığın, gözünü kör, kulağını sağır etmediği, ahlakını ve vicdanını karartmadığı herkes;  Gezi Direnişinden 17 Aralık sürecine oradan Soma katliamına ve diğer gelişmelere bakıldığında; bu ülkede demokrasinin, insan haklarının, çalışma hayatının, iş güvenliğinin ve can güvenliğinin ciddi bir tehdit ve tehlike altında olduğunu görebilir, söyleyebiliriz.
        Peki, bu durumun öncelikle siyasi sorumlusu kim, kimden hesap soracağız? Hükümet, sanki 12 yıldır bu ülkeyi yönetmiyormuşçasına sorumluluğu yükleyeceği, suçlayacağı figürler ve hedefler arama, yaratma peşinde. Peki, bu ülkenin halkı, mağdurları dertlerini Yunanistan Başbakanına mı anlatacaklar, Alman hükümetinden mi hesap soracaklar? Türkiye hükümeti, sorunları çözeceğine, olaylar karşısında gerçekçi açıklamalar yapacağına sokakları terörize ederek, şiddeti ve baskıyı arttırarak, ifade özgürlüğünü engelleyerek, kendi sorumluluğundan kurtulmanın uyanıklığı içerisinde.
        Şimdi burada tekrar Başbakanın; alıntıladığımız ‘Tayyip Erdoğan diktatör olacak sen meydanlarda dolaşacaksın öyle mi’ sözüne dönelim. Dikkat edin bu söz dokunulmazlığı olan, ana muhalefet partisi genel başkanına söyleniyor. Yalnızca bu sözün anlamı üzerine sayfalarca yazı yazılabilir. Ama ben başka bir şey söylemek istiyorum. Kılıçdaroğlu’nun benim avukatlığıma da ihtiyacı yok. Ama Başbakan galiba bir şeyi unutuyor, o sanıyor ki; diktatörler ve diktatör heveslileri ‘hööt!’ deyince herkes sus pus olacak. Ben şunu söyleyebilirim: Bu ülkenin ve hatta bütün ülkelerin devrimcileri, demokratları, antifaşistleri, diktatörler ‘hööt!’ deyince susmazlar ve susmadılar. Türkiye’de de diktatörlere ve diktatör heveslilerine karşı asla susmazlar, boyun eğmezler. Bütün araçları kullanarak, bütün enerjilerini kullanarak, akıllarını ve güçlerini birleştirerek diktatörleri yıkmak için sonuna kadar mücadele ederler. Öyle ha deyince bu ülkede diktatör olunamaz. Öyle hevesliler varsa bu sevdalarından vazgeçsinler, Bizden hatırlatması. Son söz olarak şunu söylemeliyim: 60’lı yılların sonunda ’Filipin tipi demokrasi’ tartışmaları yapılırdı. Şimdilerde ise ‘ileri demokrasi’ palavracılarının aksine tekme-tokat demokrasisini tartışıyoruz.
       Gezi direnişinin yıldönümü geliyor! Bu direnişlerde hayatını kaybedenleri saygıyla anıyor ve bıraktıkları mücadele geleneğinin hafızalarımızda yaşadığını bir kez daha yinelemeyi gerekli görüyoruz.