havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

TÜRKİYE NEREYE…

1627
               Yeni gündem, yeni tartışma konusu; Anayasa Mahkemesi!...
Evet, Anayasa Mahkemesinin Twitter’e erişim engelini kaldırma kararı üzerinden Başbakan, hükümet sözcüleri ve medyanın varlığını ve kerametini iktidara “iliştirilmiş” olarak sürdürmede yeminli sözcüleri ver yansına başladılar. Anayasa Mahkemesi ile ilgili söylenenler ciddiyetsiz, gülünç ama ne yazık ki gerçek!... Twitter engelinin kaldırılması kararının arkasından söylenenleri bir toparlayalım; “karar milli değil”, “orada da paralel yapı var mı diye düşündürüyor”, “karara saygı duymuyoruz”, “Anayasa Mahkemesi durumdan vazife çıkarmış”, “karar hukuka uygun değil”, “yetki aşımında bulunuluyor”… Söylenenlere baktığımızda bir tek Anayasa Mahkemesi üyelerini dövmedikleri kalmış.
Şimdi, bu konuyu bu haliyle bırakarak diğer gelişmelere değinmekte yarar var. Hani derler ya “yorgan gitti kavga bitti” diye; çoğu kimsede seçim bitecek kavga da, gerilim de bitecek sanıyordu. Ama öyle olmadı; iktidar bıraktığı yerden ve aynı hızla ve yukarıdan aşağıya ve yalnızca nefret, hakaret, tehdit söylemleri ile yetinmiyor; sanki bir seferberlik ilan edilmişçesine bütün yedekleri ile birlikte terbiye sınırlarını da zorlayan bir söylem kültürünü “gelenekselleştirerek” her türlü eleştiri ve farklılıkları sindirip, susturmanın gayreti içerisinde görünüyor. Önüne gelene “vatan haini”, önüne gelene “paralel yapının adamı” paranoyası ile veryansın ediyor. Sözüm ona köşe yazarı ve yorumcu diye ortalıkta dolaşanlar; “sahibinin” gözüne girmek için “kraldan çok kralcı” olma yolunda rekor üstüne rekorlar kırıyor. Televizyon ekranlarında boy gösteren bu yorumcuları dinleme sabrını gösterebilirseniz; utanmazlığın, gerçekleri tersyüz etmenin bu kadarına da “pes doğrusu” demekten başka söylenecek söz bulamazsınız. İktidarın sürdürdüğü politik tarzı anlayabilirsiniz; gerilime, kutuplaşmaya ve karşıt söylemleri, muhalifleri sindirmeye ihtiyaç duyuyor olabilir. İktidarın başında ciddi sorunlar var; cevaplaması gereken, açıklaması gereken, ikna etmesi gereken sorular ve sorunlar var. Her ne kadar seçimlerden birinci parti olarak çıkmış olmanın avantaj ve moraliyle her şeyin, tüm iddiaların üstüne örtebileceği manevralarını gerçekleştirmek istiyor olsa da; mızrağın çuvala sığmayacak kadar büyük olduğunun da farkında olmanın doğurduğu bir çelişkinin basıncından da kurtulamıyor. Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olması, bu konuda da sorunun tereyağından kıl çeker rahatlığıyla çözülemeyeceği, sürecin yeni tartışmalara ve sorunlara gebe olduğu da ayrı bir dert!...
İktidar; baskı ve tehdit politikaları ile kitleleri korkutmak, susturmak niyetinde olabilir; öyle de görünüyor. AKP’ye oy veren kitlelerin de önemli bir bölümünü içine katarak söylüyorum; bugün Türkiye halkının politik bilinci, baskı ve şiddete karşı koyma refleksi; iktidarın sahnelemek istediği tüm hukuk ve demokrasi dışı yöntemleri aşacak bir derinlik ve genişliğe sahiptir. Yalnızca politik ve sendikal örgütlenmelerin; tarihsel ve güncel sorumluluklarını yerine getirip getirmemekte; demokratik mevzilerini koruyup korumamakta gösterecekleri tutum önem kazanmıştır. Ve yine 17 Aralıktan günümüze yukarıdan aşağıya gerçekleştirilmek istenen gerginlik ve gerilim politikalarının, kin ve nefret söylemlerinin genel ikliminden hiç de bağımsız olmayan bir kişinin Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırısını gerekçelendirdiği “vatan haini” söylemi, altı çizilmesi gereken özel bir sonuç olarak not edilmelidir. Ama bu saldırıdan daha önemlisi, mahkemenin sanki sokakta iki kişi kavga etmişçesine hafif yaralama gerekçesiyle ve öncesinde gelişigüzel bir soruşturma ile saldırganın sokağa salıverilme kararıdır. Neyse ki saldırganın önceki suçları onun aramızda dolaşmasını engelleyerek, cezaevine atılmasını sağlamıştır. Aklı başında birçok insanın sorduğu soruyu bir kez de biz soralım; bu saldırı hükümet üyelerinden herhangi birisine karşı yapılmış olsaydı sonuç ne olurdu!?
Yeni bir gelişme de MİT’e geniş yetkiler tanıyan bir yasanın mecliste görüşülüyor olması… Basından öğrendiğimiz kadarıyla tanınan yetkilerden birisi dış operasyonlarla ilgili. Burada küçük bir şey söylemekte yarar var; özellikle günümüzün dünyasında “rüzgâr eken fırtına biçer”… Ama biz şunu söyleyelim; tüm gelişmelerin toplamı üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışırsak; Türkiye, hükümet eliyle hukuk devleti ve demokratikleşme yolunda mı ilerliyor yoksa baskı, şiddet, gericilik ve militarizasyon yolunda mı ilerliyor!? Daha uzatabiliriz ama sanıyorum pek gerekli de değil; yaşadığımız örneklere bakıldığında iktidar bıraktığı yerden baskı ve şiddeti kurumsallaştırma yolunda devam ediyor. Korkutarak, sindirerek, toplumun özgüvenini yıkarak hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet iddialarını perdelemek, iktidarını sürekli kılmak istiyor. İşin özeti bu!...
Peki; korkacak mıyız, susacak mıyız, olup bitenler karşısında sessiz kalacak mıyız ve en önemlisi çözüm burada mıdır!? Elbette hayır; Türkiye’de küçük bir azınlığın dışında kalan büyük çoğunluğun emekçilerin, halkların çıkarı ve geleceği korkuya, baskıya, yasaklara karşı direnmekten geçmektedir. Türkiye’nin nereye doğru yöneleceğine bu büyük çoğunluğun alacağı tutum, ortaya koyacağı politik refleks, atacağı ileri adımlar şekil verecektir. İşte bu nedenle önümüzdeki 1 Mayıs emekçiler açısından, halklar açısından önemli olanaklar sunmaktadır. Milyonların 1 Mayısa, 1 Mayıs’ın değerlerine birlik, mücadele ve dayanışma azmi ve kararlılığı ile bugüne ve geleceğe ait talepleri ile sokakları, alanları doldurmaları iktidarın politikalarını geriye püskürtmenin adımlarından birisi olacaktır. “Türkiye nereye gidiyor” sorusuna verilecek cevaplardan birisi olacaktır. Gelecek mücadelelere değerler biriktirmenin adımlarından birisi olacaktır.
Sıkışmış olan, başı dertte olan halklar değil, emekçiler değil; siyasi iktidardır!...