havadurum
Damla Yeltekin

damlayeltekin@gmail.com

Çanakkale/Kazdağları yangını gerçekten söndü mü?

9608

Biz gazetecilerin işi, olanı; anlatmak. Haberi, bir bilgiyi aktarmak. Tabi meslek tanımını birkaç kelimeyse sığdıracak değişim elbette. Ama yangın başlığı için en azından şimdilik bunu söyleyebilirim.

Kaleme aldığımız metinler, gördüğümüzü mürekkeple buluşturduğu yazılar.

Görseller; fotoğraflar ve videolar ise teknoloji çağının bizlere ve sizlere en büyük faydaları. Ya o görseldeki nice renk? Ve o renklerin duyguları…

Şimdi gri kırmızı ve turuncunun bıraktıklarını anlatmaya çalışacağım.

Çanakkale’de yürekleri ağzımıza getiren yangın.

Kent, jeolojik yağışı, iklim krizi ve kuraklık gibi birçok etkenle birlikte tutuşmaya hazır ve nazır bekliyor. Bu bekleyişin acı yakarışları ise bir anlık dikkatsizlik ya da iklim krizinin çığlıklarıyla birlikte, yanan koca bir ağaçtan gelen çıtırtıya dönüşüyor. Damyeri mevkiinde çıkan ve onlarca cana kıyan yangın da tam böyle başladı. Ama söndü mü?

Yangının başladığı öğle saatlerinden itibaren Çanakkale merkezin gökyüzü karardı. Geçtiğimiz dönemlerde çoktan yangınlarda da böyle görüntülere şahit olsak da bu başkaydı. Merkez’e çok yakındı.

Yangının ardından hayli vakit geçmiş olsa da gördüklerimi sindirerek kaleme almak anca şuanı buldu.

Gel gelelim ne oldu?

Haber metinlerinde, video ve fotoğraflarda o anın sıcaklığı ile aktaramadıklarımız neler?

Yangının çıktığı gün akşam saatlerinde Çanakkale Devlet Hastanesi bölgesine giderek ilk canlı yayınımızı yaptık. Bölgenin en sonundaki bir sitenin terasında; rüzgarın da etkisiyle hızla kente yönelen yangın, henüz hava kararmamış olmasına rağmen, güneşi balçıkla sıvamıştı bile…

Bulunduğumuz binanın hemen altında bulunan kuru otların bulunduğu dar arazide karınca kararınca mücadele sürüyordu. Havadan ve karadan profesyonel ekipler alevlere karşı gelse de sapla samanla, taşla toprakla mücadele etmeden olur mu?

30 belki 40 koyun, bir traktör, bir hortum. Yukarıdan gördüklerimiz bu kadardı. Koyunlar o içgüdüleriyle kenetlenmiş. Trajikomik bir sahne.

Yayının ardından daha içlere gitmek için aşağı indiğimizde ise apartman görevlisi, görev bilinciyle; apartmansın bahçe duvarlarını hortumun yettiğince ıslıyordu. Aşağı indiğimizde gördüm yemenili teyzeyi. Korkarak bakıyordu alev ve dumanlara. Bir koyuncuklara bir dumanlara. Bir koyuncuklara birde alevlere.

Traktör de işini bitirmişti. Yangın buraya gelirse diye koyunların çevresindeki kuru otları kesiyor biçiyordu. Sadece koyunla elçin mi? Apartmanlar, insanlar, hastane için.

Ama yemenili teyzenin; sadece koyunlar için oradaydı sanki.

Bulunduğumuz bölgede, şehir dışından gelen araçların yangın bölgelerinden birine gideceği yolun kenarından yayınları sürdürdük. Ne dediğimizi de çok bilmiyoruz. Sürçü lisan ettiysek af ola. Ağacın yanması ki ne acıdır. Ömrümü sessizlikle tamamlayan bu canlar, yanarken ne kadar ses çıkarır?

Alevler yükselmeye ve hava kararmaya devam ederken, üstümüzden geçen helikopterlerin sesi hiç dinmiyordu. Ormanlık arazinin hemen yanındaki site sakinleri, sakin sakin bekliyordu. Gözlerinde tarifsiz bir ifadeyle. Hortumlar açık. Yangın söndürme tüpleri hazırda. O an ilk aklıma gelen Donkişot oldu. Bir anlığına.

İlerleyen saatlerde gazeteye geri dönüş için havaalanı yolunu kullandık. Hastane bölgesi hazmedememişken, üniversiteden Teknopark’ta uzanan alevleri görünce, ‘YANIYORUZ’ dedik.

Gece boyunca Çanakkale merkezde bulunan vatandaşlar, alevleri izledi.

Gece, gelen arama ve mesajlara dönebildiğimce döndüm. Evimin terasında yangın ve müdahaleleri net bir biçimde izlerken.

Ertesi sabahta çıktık yola. Nasıl bir yol izleyeceğimizi kestirmeden. Yangın nasıl kestirilebilir ki zaten? Aşağıokçular köyünden yangının o taraftaki komşusuna yaklaştık.

Alevler, karşı tepelerin üstündeydi.

Zamanla ilerledi, ilerledi…

Belleğimde Avustralya yangını belirdi.

Avustralya çok uzaktı. Aylarca yandı. Doğanın kızgınlığını dindirmek çok cana mal oldu. Öldük ve öldük. Doğa intikamını alırken nice ağaçlar, sincaplar…

Bulunduğumuz bölgede, uçuşan bir kül, bağımsız yangınlar oluşturmaya yetiyordu. Duman çok yakındı da alevler de ayağımızın değdiği toprakları yakınca, ayrıldık oradan. Geliş yolumuzu kullandık, Aşağıokçular köyüne dönerken. Halime oradaydı. Emanet şu tankını, canla başla koruyordu. Halime’yi unutmayacağız. Bir ağacın gölgesinde, yanında bulunan irili ufaklı kapların içindeki sularla, alevlere karşı su tankını koruyordu. Taşla toprakla, suyla mücadele edilen yangına karşı bir tek kadın, köyün arabayla 10 dakikalık mesafesinde; ona emanet edilen su tankını koruyordu. Su tankı önemli. Hiç gülmeyin… Su tankı önemli. Su kuyusunun bulunmadığı, hortumların yetişmediği tarlalardan sofranıza yemek nasıl geliyor sanıyorsunuz?

Halime’yi oradan alamadık ama Halime’nin kimdir nedir olduğunu öğrendik ki köydeki akrabalarına söyleyelim. Çıktık yola. 5 dakikaya bir genç kız. Yürüyor hararetli. Halime’yi arıyormuş. Telaşlı. O da Halime’yi bulma görevi varmış. Aşağıokçular köyünde yakınlarının yanına bıraktık. Traktörle, Halime ve Halime’nin canla başla körüğü su tankını almaya gittiler.

Öğrendik ki köy boşaltılıyormuş. Buradan önce sınır hatlarındaki kara birliklerinin yanına oradan da orman bölge müdürlüğünün rüzgar güllerinin bulunduğu tepedeki yerine.

Dumanlar büyük, köyler küçüktü. Halime’nin yanından ayrılalı 2 saat kadar olmuş, Gelibolu Suvla yangını öğrenmiş ve burada “Karalar” bağlamıştık.

Köyden geçerken bir teyze yardım etti telefonlarımızı şarj etmek için. Komşusunun evinde oturduk. Yangın buradan da görülüyordu. Evine misafir olduğumuz teyze, pantolon paçası dikiyordu. Bir yandan yangının bir gündür evlerinden izlendiğini hüzünle anlatırken bir yandan da pantolon paçası dikiyordu. Pantolon paçasına geçirdiği her iğne ile yaşama tutunuyordu sanki. Hayat devam ediyordu sonuçta. Burunlarının dibine kadar yangının gelmesine ramak kalsa da. ‘Yangın bu tarafa sıçrarsa ne yapacaksınız’ diye sormuş bulunduk.

‘Ne yapacağız. Neyi götüreceğiz? Neyi alabileceğiz? Öylece gideceğiz’ cevabını aldık.

Tarlayı mı evi mi götürebileceklerdi? Yoksa 3-5 hayvanı mı? Arpa, buğday, saman tarla da kalmıştı. Yaşamlarını idame ettirdikleri bir yıllık birikim.

Buradan da ayrıldık. Bir kez daha bir yerden ayrıldık ayrılmasına ama aklımın bir köşesinde o yaşam manzarası kaldı. Alevlerin yükselişi ve yaşama tutunmak için çuvaldızın iğnesi. Yaşama tutunmanın o ince notası.