havadurum

FESTİVAL, İMGE VE AKIL...

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Coşkun Bakar

2285

"Nil`in taşıp deltasında tarımı engelleyecek düzeye geldiği dönemlerde yapılan ve firavunun da katıldığı halka açık etkinliklerin yapıldığı bir diğer festival Opet Festivali ve Osirüs kültüne dayanan, Mısır medeniyetinin en gösterişli ve önemli festivalleri arasında sayılan Sokari Festivali Mısır Medeniyetinin önemli festivalleri arasında yer alan etkinliklerdi. Tarihin ilk festivalleri sayılan bu etkinlikler, yaşamın keskin sınırlarla belirlendiği, kısıtlamaların var olduğu toplumda, firavun ve gücü elinde bulunduran seçkinlerin zevklerine ve lükslerine yönelik olarak düzenlenmiş olsalar da ağır şartlar altında ezilen halk için gündelik hayatın akışını kesintiye uğratan, bolluğun hâkim olduğu etkinliklerdi. Bu festivaller aynı zamanda, normal koşullarda toplumun alt tabakasında yer alan insanların girmesine izin verilmeyen mekânların, halka açılmasına ortam oluşturarak, halkın firavunla ve hizmetinde bulunduğu seçkin sınıfla aynı ortamda zaman geçirmesine zemin oluşturmaktaydı."

(Kaynak: Semra Demir. "Coğrafi Açıdan Türkiye`de Festivaller" Yüksek Lisans Tezi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Anabilim Dalı. Isparta; 2019:17-18.) 
 
Festival kavramı Türk Dil Kurumu sözlüğünde programı ve tarihi belli olan özel sanat gösterisi ve bir bölgenin ürünü için yapılan şenlik olarak ifade edilmektedir. Farklı dillerdeki festival kelimesi, bayram, yortu, toplu eğlence ve tanrılara adanan gün anlamlarında kullanılmıştır. Dünya üzerinde medeniyet kurabilme becerisi gösteren tüm toplumların bayram, festival adını verebileceğimiz özel günleri olmuştur. Eski tarihlerde inanç temelli ve doğadaki bazı döngüleri takip eden bu eğlenceler, oldukça sıkıcı, zor koşullar altında yaşayan sıradan insanların hayatlarına ara vermek, birkaç gün de olsa normalin dışına çıkıp nefes alma fırsatı sağlamıştır. Kısaca yaşadıklarını hissetmelerine aracı olmuştur. Festivaller önceleri dini ritüeller olarak görülmüşlerdir. Orta Çağ sonrasında ise yeni dünya koşullarında dini kimliğini bir yana bırakıp seküler bir forma dönmeye başlamıştır. Yirminci yüzyıl ve sonrasında ise festival kavramı bambaşka bir yapıya bürünmüş müzik, tiyatro, sinema gibi sanat etkinliklerinin yoğun bir şekilde yer aldığı hale evrilmiştir.
 
"Festivallerin tarihsel süreci incelendiğinde, çok sayıda festivalin gündelik yaşamda önemli bir yer edindiği Antik Yunan dönemi, ikinci bir dönem olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanlık tarihine bakıldığında, festivallerin de diğer birçok etkinlikte olduğu gibi dini gerekçelere bağlı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Festivaller, dini ritüellerin yılın belli zamanlarda düzenlenmesi ve bu şekilde geleneksel hale dönüştürülmesiyle günümüze kadar süregelen etkinlikler olmuşlardır. Bu etkinlikleri Eski Yunan`a kadar götürmek mümkündür. Eski Yunan`da festival benzeri etkinlikler, şarap tanrısı Dianiysos`u anmak için düzenlenmekteydi. Masraflarının siteler tarafından karşılandığı bu etkinliklerde halk eğlenir, tiyatro, dans, müzik gösterileri yapılarak bedava içki dağıtılırdı."
 
(Kaynak: Semra Demir. "Coğrafi Açıdan Türkiye`de Festivaller" Yüksek Lisans Tezi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Anabilim Dalı. Isparta; 2019:17-18.) 
 
Yeryüzünde her zaman diliminde var olduğuna inanan Mezopotamya kökenli dinlerin adı henüz bilinmezken içinde bulunduğumuz coğrafya -özellikle de Anadolu- büyük festivallere ev sahipliği yapmaktaydı. Örneğin Çanakkale sınırlarında bulunan Gülpınar köyündeki Smitheion Tapınağı hem Antik Yunan döneminde hem de Roma döneminde binlerce kişinin katıldığı festival alanı olarak kullanılmıştır. Yani günümüzden binlerce yıl öncesine kadar Gülpınar köyü çok renkli eğlencelerin ve spor mücadelelerinin yaşandığı festival merkezlerinden biriydi.
 
Festivaller tarihin diğer dönemlerinde de olduğu gibi günümüzde de yaşanmaya devam etmektedir. Dini ritüellerle birlikte olanları olduğu gibi sportif ya da sanat etkinlikleriyle birlikte olanlar ve bazı bölgelerin yerel ürünlerini ya da özelliklerini ortaya çıkaran festivaller insanların ve toplumların yaşamlarına renk katmaktadırlar. Festivallerin toplumsal yaşam için önemli olan başka yönü de günümüzdeki özel gündemle planlanan bazıları dışında (sinema, tiyatro gibi sanat etkinlikleri gibi) birçoğu doğrudan orta ve alt gelir seviyesinde yaşayan insanların yaşamlarını zenginleştirmekte ve ulaşılabilir eğlence ortamları yaratmaktadır. Ülkemizde özellikle kırsal alanlarda yapılan festivaller hem o bölgedeki ürünlerin tanıtılmasına hem de halkın günlük hayatta göremeyeceği sanatçılarla bir araya gelmesine ve zor koşular altında geçen yaşamlarına bir anlam katmasına olanak sağlamaktadır. Benim çocukluğumun beldesi olan Adala Mahallesinde (Manisa-Salihli) 1990`lı yıllar boyunca düzenli olarak yapılan ancak son on yılda unutturulan "Şeftali Şenliği" birçok sanatçıyı ve etkinliği köylülerle buluşturmuştur. Bir tanesinde açık hava film gösterimi bile izlemiştik. Beldedeki en son sinema etkinliği ise 1980 öncesindeydi. Bunun yanında son yıllarda özellikle çevre katliamlarını gündeme alan "Ekofest" gibi organizasyonlar bölgede yaşanılan çevre sorunlarının gündeme getirilmesi ve tartışılması için zengin bir kültürel doku sağlamaktadır.
 
Öte yandan son yıllarda pandemi mücadelesi ya da orman yangınları gerekçe gösterilerek devlet memurlarının kararlarıyla festivaller ya da benzeri organizasyonlar engellenmektedir. Bu yıl ise bazı sivil toplum örgütleri konuya farklı bir boyut getirdiler. Aslında her yıl festivallere itirazları önce bu sivil toplum örgütleri yapmakta ardından da devlet memurları yasak kararlarını uygulamaktaydılar. Son günlerde onlarca sivil toplum örgütü bir araya geldi ve görüşlerini "FESTİVALLERDE YAPILAN YANLIŞLARA `DUR` DİYELİM!" başlığı ile bildiri olarak yayınladılar. Endişeleri sadece Balıkesir değil tüm Türkiye`yi kapsamaktaydı.
 
Bu topluluklar üzülerek görüyorlarmış ki festivallerde gençler gayri ahlaki haram ilişkiler, sarhoş edici içki ve madde kullanımı, isyan ve başkaldırıya yönlendirilmekteymiş. Deprem sonrasında acılar taze olduğundan festivallere son verilmeliymiş. Gençler helal yoldan kontrollü şekilde planlanacak kültürel faaliyetlere yönlendirilmeli ve her türlü etkinlikte kız ve erkekler ayrılmalıymış. Bir de festivaller Türkiye Yüzyılına zarar veriyormuş...
Bildirideki maddelere çok girmek istemiyorum. Asıl tartışmak istediğim konu bildirinin ardındaki epistemolojik dayanaktır. Ancak yine de bildirideki ifadelerle ilgili birkaç soru sormadan geçemeyeceğim zira bu sorular epistemolojik tartışmanın da kaynağı olacak.
 
Yaşam alanlarımızda hangi faaliyetin gayri ahlaki ve haram olacağına nasıl karar vereceğiz? Haram ne demek ve sınırlarını nasıl çizeceğiz? Ülkemizde alkol kullanımı yasaldır, yetişkin insanlar özgür iradeleriyle istedikleri zaman ve miktarda alabilirler. Bu konuda karaciğerimiz dışında kimsenin alkol kullanımını kötü ya da ahlaki gösterme hakkı bulunmamaktadır. Öte yandan madde kullanımı, taşınması ve satışı suçtur. Görüldüğü her yerde gerekli yasal önlemler alınmalıdır. Bu ülkenin güvenlik güçlerini 20 yıldan fazla bir süredir bu bildiriye imza atan anlayış yönetmektedir ve bu önlemleri alabilecek gücü vardır. İsyan ve başkaldırının kötü olduğuna hangi pencereden bakarak karar veriliyor? Neredeyse bütün dinler, yeni siyasal düşünceler ve bilimsel paradigmalar kendilerinden öncekilere başkaldırarak var olmuşlardır. Bu düşünceye sahip sivil toplum örgütlerinin inandığı peygamberler kendi kabilelerine başkaldırmasaydı, sahip oldukları din yaşama olanağı bulabilecek miydi? Deprem çok büyük bir travmadır ve acıları toplumsal hafızamızdan yüzyıllarca silinmeyecektir. Muhtemelen yaşanılan travmanın izleri bıraktığımız her türlü sanat eserinde yer alacaktır. Tıpkı tufan hikayesi gibi... Ancak yaşam devam etmektedir. İnsanlar tekrar geleceklerinden umut duyabilmelidirler. Uzayan yas patolojiktir ve özellikle de genç insanların ruhunda kalıcı izler bırakır. Sanatın her türlüsü (müzik, sinema, tiyatro gibi) bir yandan yaşamı anlatır bir yandan insanlara umut aşılayarak hayatlarına anlamlar yükler. Festivaller ve benzeri etkinlikler bu faaliyetlerin travması olan insanlara ulaşmasını sağlar. Bu nedenle bırakın yasaklamayı bilakis festivallerin sayıları arttırılmalı ve sanatın sesi daha da gür çıkmalıdır. Kız ve erkeklerin ayrılması ile Türkiye yüzyılı ile ilgili sözleri ciddiye almak zorunda değiliz...
 
Düşünce özgürlüğü penceresinden bakarsak -ki öyle bakmalıyız- kendi düşüncelerini ve endişelerini paylaşan bu bildiri oldukça haklı ve doğal bir eylemdir. Buradaki düşünceler toplumun faklı kesimlerini huzursuz edebilir ve rahatsız edebilir. Öte yandan bunun bir sınırı olmalıdır. Buradaki düşüncelerin toplumun tüm bireylerinin yaşamını sınırlandıracak bir eylemselliğe dönme hakkı bulunmamaktadır. Özellikle iktidar gücünü arkasına alarak bu düşünceye katılmayan insanların hayatlarını sınırlandıramazsınız. Bu festivallerdeki faaliyetlerden rahatsız olanların burada bulunmak gibi zorunluluğu yoktur. Festivallerin hepsi devletin izniyle ve güvenlik kuvvetlerinin gözetimi altında yürütülmektedir. Yasalara uygun olmayan bir davranış karşılığını bulur (yasaların sınırlarının ise evrensel hukuk normlarındaki özgürlükleri engelleme hakkı bulunmamaktadır). En önemlisi de bu bildiriyi açıklayan sivil toplum örgütleri metinde yer alan düşüncelerine yönelik eleştirileri karşılamak zorundadırlar. Bildiri yayınlandığı andan itibaren farklı düşünenlerin eleştiri hakkı doğmaktadır...
 
İnsan aklı yaşadığı doğaya uyum sağlayabilmek ve yaşamda kalabilmek amacıyla diğer canlılarda çok örneğini göremediğimiz savunma mekanizmaları geliştirmiştir. Bu yeteneklere sahip olamayan bir insanın doğada ayakta kalabilmesi oldukça zordur. İnsanın yaşamda karşı karşıya kaldığı gerçeklikler çok acımasız olabilmektedir. Bu gerçeklikle mücadele edebilmek için insan ya doğayı açıklayacak ya da ona anlam yükleyecektir. Doğayı açıklama faaliyeti için felsefe ve bilimsel düşünce alanı gelişmiştir. Buradaki açıklamanın ürünü olgusal dünyanın nedensel ilişkileriyle birlikte gözlemlenebilir olmasıdır. Aklın ussal tarafı tarafından yürütülür, burhanidir, mantık, matematik, olasılık, istatistik gibi eleştirilebilir ve sorgulanabilir yöntemler kullanır. Bu sayede tekrarlanabilir ve kendini yenileyebilir. Tarihsel olarak günümüze daha yakın olan felsefe ve bilimdir.
 
Anlamlandırma faaliyeti tarihsel olarak günümüzden çok daha eskidir; inanç, mitoloji, din ve sanat olarak karşımıza çıkar. Hedef olgusal dünyayı imgesel zeminde yeniden kurgulamak ve yaşamdaki zorluklara katlanılabilir gerekçeler (ya da anlamlar) sunmaktır. Nihai olarak yaşama ereksel bir amaç tanımlanarak, yaşamak için bir anlam kurgulanır. Aslında bireysel olarak bu noktada bir sorun yoktur. Sorun siyasi olarak güçlü kurumsal dinlerin ya da ideolojilerin bu inanç tabanlı kurguları toplumun diğer kesimlerine nesnel bir gerçeklik olarak dayatmasında yatmaktadır. Aklın inanç ve sanatsal yönü imgesel alandan beslenerek büyütülür. Kaynağı duyusal dünyadan alınan olgusal objeler olmakla birlikte ortaya çıkan ürün gerçeklikten oldukça farklı bir boyut kazanır. Tekrar söylüyorum bu imgesel kurgular bir kişinin ya da toplum kendi sınırları içinde ve inanç düzleminde kaldıkça tartışılacak bir şey yoktur. Zira beslendiği ve üzerine oturduğu nesnel bir zemin olmadığından bireysel alanın dışına çıkamaz ve tartışılamaz. En basitinden ne kadar popüler görülse de tüm sanat eserlerini herkes beğenemez. Zaten o nedenle de tartışma anlamsızdır. Bu nedenle inanç zemininde de tartışma yapamazsınız, çünkü nesnel zemine yaslanmaz. Bununla birlikte bir inanç kendini düşünce haline çevirmeye çalışır ve toplumun tüm kesimlerinin yaşam alanlarına müdahale etmeye başlarsa o zaman tartışmanın ve eleştirinin tam da göbeğine düşer, bu bildiride olduğu gibi.
 
plumsal alanda hareketlerimizi uzunca bir süre bilinmeyen alemlerden geldiğine inandığımız kurallarla belirlemeye çalıştık. Büyücü bilinmeyenden, kaynağı asla açıklanamayacak yöntemlerle aldığı bilgiyi şefle birlikte -kimi zaman da kendi şef olarak- topluma dayattı. Günah, haram, helal, lanet gibi kavramlar burada yaşamlarımızı katlanılamaz hale getirdi. Bu süreç Batı Avrupa`da yaşanan aydınlanma ve sanayi devrimi sonrasındaki 20.yüzyıla kadar da devam etti. Büyücü ve şef inançlarını toplumlara dayatmak amacıyla büyük savaşlar ve katliamlar yapmaktan hiç çekinmedi. 20. Yüzyıldan sonra ise bilimin pratik sonuçlarının yarattığı etkiyle aklın ussal yanı imgesel yanına baskın gelmeyi başardı. En azından aydınlanabilen coğrafyalarda. Sonuçta binlerce yıl önce İyonya bölgesinde görünür gibi olan demokratik yönetim biçimleri yeniden canlanabildi. Artık kuralları imgesel dünyadan alınan ve kaynağı hiçbir zaman belli olmayan kurgusal açıklamalar değil, ussal dünyadan alınan bilimsel düşünceyle desteklenen, tartışılabilir ve zamanla değiştirilebilir evrensel ahlak ve hukuk kavramları belirleyecekti...
 
Festivaller Yasaklansın bildirisini tam da bu noktadan okumak gerektiğini düşünüyorum. Bu bildiri hayata sadece ereksel bir anlam amacıyla yaklaşan ve aklın imgesel yönü tarafından üretilmiştir. Bildiriyi yazan insan ve sivil toplum örgütleri için anlamlıdır. Temeli inanmaya dayanır. Onlar bu bildiride tanımladıkları bir dünyada yaşamak istiyor olabilirler. Kendi dar çevrelerinde böyle yaşayabilirler ancak bana yani toplumun diğer kesimlerine dayatamazlar. Ben bir kural getirmek istenildiğinde ussal bir gerekçe ararım ve imgesel dünyadan gelen anlam uydurma çabaları beni tatmin edemez. Bu nedenle de bu bildirinin ortak akıl düzeyinde bir değeri bulunmamaktadır...
 
Festivaller binlerce yıldır gelenek haline gelmiş ve toplumların nefes alabildiği sınırlı zaman dilimleridir. İnsanlar bu zaman dilimlerinde kendileri gibi olmayanlarla karşılaşmakta, farklı insanları ve kültürleri tanımakta, güzel zaman geçirmekte, ticaret yapmakta, güncel sorunlarını konuşmakta, nitekim yaşamaktadırlar... Yasaklanmaya kalmasının düşünülmesi bile aklın varlığına çelişiktir...