havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

"Aşağısı daha az ölümcül"

Suriyeli Amir Hattab, İstanbul Esenler'de bir cadde üzerindeki rögar kapağını kaldırıp, kendini aşağıya bıraktığında, kim bilir belki uzanan, uzatılmak istenen elleri görmemeyi, onlara tutunmamayı çoktan kafasına koymuştu..

5762

 

 

Resimleyen Ceren İlyasoğlu 

(tuval üzerine akrilik, 60x75cm, 2019)


Sonra çıkarıldı oradan…

 Ne önemi vardı, o ülkesini terk eden savaş mağduru, savaş sürgünü binlerce muhacirden, göçmenden, sığınmacıdan biriydi nasılsa!… Ne önemi vardı onun insan olmasının!... Ne önemi vardı ölmesinin!... En fazla; “bir garip ölmüş diyeler” denilecekti!... Ülkesinden, toprağından, anılarından ayrılmasının,  yaban ellerde bir hayat kurma çabasına girmesinin, garipliğinin, yoksulluğunun, yabancılığının, kimsesizliğinin ve onu rögar kapağına götüren çaresizliğinin ne önemi olabilirdi!... Olsa olsa üçüncü sayfada küçük bir haber olabilecek kadar öneme sahip olacaktı!... 

 

Sanatçı Ceren İlyasoğlu, Amir Hattab’ın ölümünü tuvaline taşıyıp, o anın, o trajik anın resmini yaptığında eserinin adını, belki de anlamını; “Aşağısı daha az ölümcül” diye ifadelendirmişti…

 

Yukarının, kabul edilemez çelişkilerinin, tüm insani değerleri tüketen, umutlarını öğüten, insanın içindeki yaşama sevincini günbegün eriten, un ufak eden, parçalayan ve yalnızlaştıran iklimi karşısında; “Aşağısı daha az ölümcül” ifadesini anlamak, düşünen, düşünebilen, akıl ve vicdan açısından sadeleşmiş bir anlatıdır sanıyorum…

 

Belki durumu, dünyanın geldiği noktayı tersinden anlatan özlü bir söz…

 

Ve sonra… Ve sonra… Yaşları 60’a dayanmış dört kardeş, yine İstanbul’da, siyanürle ölümü yeğlediler. Dört insanın, dört yetişkin insanın, dört kardeşin, bilerek ve isteyerek ölümü tercih etmelerini düşünmek bile insanlığın ortalama değerleri açısından tüyler ürperten, can yakan bir durumdur.

 

Bu insanları, ölüme götüren koşulları anlamak, onların çaresizliğini, tükenmişliğini, dirençlerini yitirmiş olmalarını, hangi gelişmelerin ortaya çıkardığını kavramanın zorluğunu tarif etmek oldukça zor görünmektedir. Bu ölüm üzerine, havuzda inkişaf ettirilmiş, müfredatları külliyeden yazılmış, matbuat-ı teferruatı ciddiye aldığımız konular arasında yer almaması, manşetlerinin farklılığından, düşüncelerinin farklılığından, söylemlerinin farklılığından değil, emir kulu, sahibinin sesi olmalarından, “kendilerine özgü” tek bir cümlenin sahibi olmamalarındandır…

 

O nedenledir ki, onların bu ölüm üzerine söyledikleri hiçbir şeyin, hiçbir sözün, yazının kıymeti harbiyesi yoktur.

 

Ve sonra… Ve sonra… Antalya da dört kişilik bir ailenin siyanürlü ölümü tercih ettiği manşetlere düştü!...

 

Eğer bu iki ölüme, ortak bir ifadelendirme yapmak istesek, sanırım; yalnızlaşmış, yalnızlaştırılmış insanın tragedyasıdır tanıklık ettiğimiz olaylar diyebiliriz…

 

Yalnızlaşan, yalnızlaştırılan, umutları tüketilen, mücadele gücünü yitiren, yaşam enerjisini yok eden koşulları, iklimi, kim, kimler oluşturdular, hiç düşündünüz mü, hiç düşündük mü!? Sorumluluğun, suçun, biraz da sende, biraz bende, hepimizde olduğunu düşünebildik mi, düşünebilecek miyiz!?

 

Elbette, vicdan sahibi köşe yazarları, televizyon programcıları, muhabirler, onlar “suçluyuz” dediler, vicdanlarının kanadığını söylediler...

 

Ahh elbette, vicdan!...

 

Ama yetmez, vicdan yetmez, anlamak yetmez, cesaret gerek… Soru sormak, sorgulamak gerek… Ayağa kalkmak gerek… Hesap sormak gerek… Dokunmak gerek… İnsana dokunmak gerek…

 

Yetmez! Birleşmek gerek… Yetmez! Değiştirmek gerek… Neyi, nasıl değiştireceğini bilmek gerek…

 

Yeni bir dünyanın kurulabileceğine inanmak gerek…

 

Çaresizliği, yalnızlığı, umutsuzluğu besleyen koşulları, yeniden üreten koşulları, onun dayanakları, araçlarını, organlarını, organizasyonlarını, oyunlarını ve bu durumun doğal, meşru gösterme çabası içerisinde olan her soydan, her boydan, çeşit çeşit simsarlıkları, bezirganlıkları, hilebazları tanımak gerek…

 

Yanlış güçlere bel bağlamamak, zalimin önünde el bağlamamak gerek…

 

Anadolu coğrafyasının bilgeliğini, direncini öğrenmek gerek… Tarihi  değiştirebilecek güçleri, kitleleri tanımak, onlarla buluşmak, onlarla örgütlenmek, onları örgütlemek, inancı, umudu büyütmek, çoğaltmak, maddi bir güce dönüştürüp, yepyeni dünyalar kurmak için hareket gerek, cesaret gerek ve bunun başarılabileceğine inanmak gerek…

 

Yoksa, daha çok, daha çok yalnızlaşmış, yalnızlaştırılmış insanın tragedyasına tanık olacağımızı bilmek gerek…