havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

1 EYLÜL`Ü KARŞILARKEN...

Yarın 1 Eylül Dünya Barış Günü!... Ne söylenebilir, ne yazılabilir? Ülkemiz ve yakın coğrafyamız kan gölüne çevrilmişken, gencecik insanları zamansız, haksız ölümlerle birer birer toprağa verirken ne söyleyebiliriz?

834

 Elbette barış ve yalnızca barış sözünün bir anlamı olabilir. Barışın bir çıkar yol olduğu söylenebilir, yazılabilir!... Hatta ısrarla söylenebilecek, yazılabilecek tek gerçek sözcük barış sözcüğüdür diyebiliriz.

1 Eylül Dünya Barış Günü, 20. yüzyılın iki büyük savaşının ve bu iki büyük savaşın yarattığı bütün yıkımların üzerinden ve sonucunda ve yine tüm insanlığın, daha doğrusu dünya halklarının, emekçilerin ve yeryüzünün mazlumlarının barış özlemi ve talebi üzerinden Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen bir gündür. Ama ne yazık ki bütün bu tarihsel tecrübeye rağmen savaşlar, çatışmalar ortadan kaldırılamamıştır. Ve bu nedenlerledir ki; barış talebi, ülkemiz ve yakın coğrafyamızda olduğu gibi dünyanın birçok bölgesinde yakın, güncel ve acil bir talep olarak ortada durmaktadır.

Elbette savaşın kendisi, arka planda ekonomik çıkarların ve rantların olduğu bir politikanın doğrudan ürünü ve devamıdır. Yani savaş, şiddet araçlarıyla sürdürülen bir politikadır. Sömürünün, zulmün, yağmanın ve iktidarlarını korumak isteyenlerin insanı, doğayı, ve bir bütün olarak hayatı yıkıma uğratmayı göze aldıkları bir politika!... Elbette bu savaş politikalarını kavradığımız ölçüde savaşa karşı barış mücadelesinin olanakları da genişleyecektir.

Kuşkusuz savaş, nasıl ki bir politikanın şiddet araçları ile devamı ise; barışın, barış mücadelesinin de üzerinde yükseldiği bir politika vardır ve olmalıdır. Barış politikasının üzerinde yükseldiği eksen, temel nesnel gerçeklik; insanca bir yaşam, adalet, özgürlük, hukuk, demokrasi, demokratik değerler, dillerin ve ulusların tam hak eşitliği, bağımsızlık talepleri ve ekseni olmalıdır.

Özetle söylemek istediğimiz şey, savaş ve barış ilişkisinin iki farklı çıkar, iki farklı politika çelişkisi üzerinden ortaya çıktığı ve gerçekleştiğidir. Bu nedenledir ki; savaşı çıkaranlar, savaşlardan çıkarı olanlar; savaşı haklı, meşru ve tüm toplumun, ülkenin çıkarı için yapıldığı, yüce değerler uğruna göze alındığı yalanını söylemek için tüm araçları ve olanakları devreye sokarlar. Mutlaka savaş için haklı, kutsal bir gerekçe ve bahaneleri vardır. Dindir, vatandır, bayraktır vb., toplumların önemsediği bir değerdir gösterilen gerekçe, uydurulan bahane!...

Barış yolunun berraklaşması ve etkili bir mücadele için bu nedenlerle savaş politikalarının ve savaş çığırtkanlarının yalanlarının ve bütün psikolojik savaş argümanlarının anlaşılıp kavranması ertelenemez bir ihtiyaç olagelmiştir.

Barış, yalnızca bir savaşsızlık ve çatışmasızlık durumu değildir. Elbette savaşsızlık ve çatışmasızlık durumu bir ilk koşul olarak önemlidir. Ama gerçek anlamıyla barış; toplumsal ilişkilerin, günlük yaşamın, insani değerlerin hayat içerisinde kullanılabilir ve yaşanılabilir olmasıdır. Bunun için gerçek demokrasinin, eşitliğin, adaletin, hukukun, insan hakları değerlerinin bir kültür olarak ulaşılabilir, gerçekleştirilebilir bir genel çerçeve içerisinde güvenceye alınmasını gerekli ve zorunlu kılar. İnsanın insanla, insanın doğayla kurduğu ilişkilerin; sömürüden, baskıdan, zulümden uzak olması gerekir. Barış, bu anlamıyla ve yönüyle somut, elle tutulabilir ve gerçekleştirilebilir bir değerler bütünü olarak düşünülmeli ve anlaşılmalıdır. Bir insanlık kültürü, bir yaşam kültürü olarak anlamlı kılınmalıdır barış...

Evet, tüm bu söylenenlerden sonra ve ne yazık ki her gün ülkemizde gencecik insanları anlamsız bir biçimde toprağa verdiğimiz günlerde, 1 Eylül Dünya Barış Günü`nü karşılıyoruz. Çatışmaların ve ölümlerin kutsandığı bütün sözler, hayata uymayan, gerçeklerle örtüşmeyen birer yalandan öteye anlam ve değer taşımıyor. Bir azınlığın, küçük bir oligarşinin kendi çıkarlarını, geleceklerini, iktidarlarını ve umutlarını bu ülkenin gencecik insanlarının haksız ölümleri üzerinden gerçekleştirme çabaları tarihe bir alçaklık olarak yazılacaktır.

Savaş istemiyoruz! Ölüm istemiyoruz! Bu coğrafyanın kan gölüne dönmesini istemiyoruz! Tabutların başında anaların, babaların, eşlerin ve sevgililerin feryatlarını duymak istemiyoruz! Barış istiyoruz! Yaşam hakkının en temel insan hakkı olduğunu bir kez daha yineliyoruz. Bu topraklara, bu coğrafyaya, bu ülkeye barış gelinceye, barış gerçekleştirilinceye değin mücadele etmenin gerekli ve kaçınılmaz olduğunu bir kez daha yineliyoruz!...