havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

8 Mart ve kadın sorunu...

Bir 8 Mart'ı daha geride bıraktık...

4919

  İlimizde ve ülkenin birçok yerinde kadınlar, sokaklarda ve alanlardaydılar… Sorunlarını ve taleplerini haykırdılar… Şiddete karşı çıktılar… İkinci cins sayılmayı reddettiler…

 

Özellikle, son yıllarda kadın katliamlarının, kadına karşı uygulanan şiddetin ve kimi siyasi çevrelerin, fetvacıların ve kendisini fetva veren(!) konumda gören kurumların, kadına karşı kabul edilemeyecek söylemlerinin yaygınlaştığı ve yaygınlaştırılmak istenen kültürü ve bunun ortaya çıkardığı sonuçları alanlarda reddettiler.

 

“Kadın sorunu” diye tanımlanan sorun, toplumların tarihi içerisinde ortaya çıkan ve giderek ağırlaşan, katmanlaşan ve çok boyutlu bir biçim alan ve bu biçimlenişler üzerinden hayatın her alanında kadınların aleyhine işleyen ve toplumsal farklılıklara göre sorunlar üreten, bir yaşam biçimini ortaya çıkaragelmiştir.

 

Ancak, “kadın sorunu” diye tanımlanan sorunu, mülkiyetin özel karakteri ile üretimin toplumsal  karakteri arasındaki uzlaşmaz çelişkiler üzerinde yükselen siyasal egemenlik ve bu siyasal egemenliğin kurumlarından bağımsız olarak ele almak ve değerlendirmek, kadın sorununun çözümüne giden yolu başarısızlığa götürür…

 

Bugün, kapitalist-emperyalist sistemden ve bu sistemin dünya ölçeğinde ortaya çıkardığı siyasal, sosyal ve kültürel ilişkilerden ve daha başka ve yalın ifadeyle, sömürü ilişkilerinden ve siyasi demokrasiyi yaşamamış, yani burjuva demokratik devrimlerini yapmamış toplumların, siyasi gerici ideolojilerinden ve toplumsal kültür önermelerinden, kadının toplum içindeki konumlarına dair önermelerinden de etkilenen ve günlük hayatı kadınlar açısından daha çok ağırlaştıran bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya gelinmektedir.

 

Şiddetin kaynağı ve şiddeti üreten bugünün dünyasında sınıfların ve toplumsal eşitsizliklerin varlığıdır. Başka bir ifadeyle toplumların emek ve sermaye olarak uzlaşmaz bir biçimde ikiye bölünmüş olmalarıdır. Yani toplumların, sömürenler ve sömürülenler olarak uzlaşmaz iki karşıt bölünmüşlük içinde olmalarıdır. Ve egemen siyaset, sömürücü sınıfların kurumsal aygıtları üzerinden gerçekleşmekte ve kendi varlığını buradan süreklileştirmektedir. Şiddet ve günlük yaşamın baskılanması, yasal ve meşru bir ilişki biçimi, bir kültür biçimi olarak toplumun tüm ezilen sınıf ve cinsiyetlerine kabul ettirilmek için yoğun ve çok boyutlu bir propaganda ve ikna faaliyetleri sürdürülmektedir.

 

Kadın sorunu, kadını ikinci cins olarak konumlandıran anlayış, bu genel ilişkiler bütününden bağımsız olmadığı gibi, bu genel toplumsal siyasal ilişkilerin giderek daha çok ağırlaştırdığı, kadın bedenini metalaştırdığı, kadını şiddetin basit bir nesnesi haline getirdiği ve sınıf egemenlik ideolojisinin arka planda olduğu, erkek egemen kültürü besleyerek büyüttüğü ve bunu meşrulaştırdığı koşullarda ve kültürel atmosferler içerisinde kadın sorununun çözümü olanaksız görünmektedir.

 

Daha açıkça şöyle ifade edebiliriz; kapitalist-emperyalist sistem, sömürü ilişkileri devam ederken, şiddet aygıtlarının mevcudiyetleri varken, kadınların sorunları çözümlenebilir mi? Yani, bir toplamsal siyasal devrim gerçekleşmeden, sömürü ilişkileri ortadan kaldırılmadan, şiddeti üreten aygıtlar toplumsal hayattan silinip atılmadan, kadın sorununu nihai çözümü mümkün müdür? Başka bir açıdan, tekelci sermaye egemenliğinin varlığı koşullarında ve yine tekelci sermaye egemenliğinin, savaşları ve şiddeti ürettiği koşullarda, emeğin ve ezilen halkların, bu şiddetin ve sömürünün hedefi olduğu koşullarda ve tüm bu ilişkilerin dışında, ondan bağımsız olarak, onu görmeden kadın sorununun nihai çözümü mümkün müdür?

 

Ancak buraya kadar anlatılanlar, sınıf egemenlik sisteminin bir ürünü, sonucu ve onun beslediği ve aynı zamanda kendisini ortaya çıkarıp besleyen bütün sömürücü tarihsel, toplumsal sistemlere bağlanmış olan erkek egemen kültürün, kadını algılayış ve onu sosyal, siyasal ve toplumsal konumlayış anlayışı bir mutlaklığı ifade etmez. Toplumların demokratikleşmesi, hak mücadelelerinin eşitlik ve özgürlük için verilen mücadelelerin kazanmış olduğu mevziler, egemen sınıf iktidarlarını ve bağlı olarak erkek egemen kültürü geriletmiş olmaları, kadınların reformlar düzeyinde haklar kazanmasını ve onların günlük hayatlarının, sosyal ilişkilerinin demokratikleşmesi sonuçlarını doğurabilir. Nasıl ki emekçi sınıf ve tabakalar bir toplumsal devrim olmadan nihai kurtuluşlarını gerçekleştiremezlerse, ancak sürdürdükleri örgütlü ve bilinçli mücadeleler sonucunda kazanımlar elde edebiliyorlarsa, aynı şeyleri kadınların mücadelesi açısından da söylemek, yani bir toplumsal devrim gerçekleşmeden kadın hareketinin, örgütlülük, mücadele etme düzeyleri, sorunlarının bilincine varmış olmalarının boyutları ve diğer özgürlük ve hak isteyen toplumsal katmanlarla kurdukları dayanışmanın boyutları, mücadelelerinin kesişim kümelerinin genişliği ve yoğunluğu, kadın haklarının reformlar düzeyinde kazanımlarının niteliğini ve boyutlarını ortaya çıkaracak gerçekliklerdir.

 

Daha yalın bir ifadeyle şunu söyleyebiliriz; kadınların ve kadın hareketinin, bir toplumsal devrim olmadan, reformlar düzeyinde özgürlükler elde edebilmeleri, siyasal ve sosyal kazanımlara ulaşabilmeleri olanaklı ve fakat geçicidir. Kadınların nihai özgürlüğü bir siyasal toplumsal devrim ile mümkündür. Kendileri gibi ezilen, sınıf ve tabakaların kurtuluşuna, tarihsel, toplumsal ve siyasal olarak bağlanmıştır.

 

Buradan nasıl ki erkek egemen kültür yalnızca erkeklerin savunduğu bir kültür olarak ifade edilemezse, kadınların önemli bir kesiminin hatta büyük bir çoğunluğunun, kendilerine yabancı, kendi çıkarlarına olmayan bu erkek egemen kültürü savunuyor olmaları, onu içselleştirmiş olmaları, böylesine bir yabancılaşmanın ve hatta erkek egemen kültürün günlük hayat içerisinde, yeniden üretilmesinin unsuru olmaları gerçekleşiyorsa, emekçi sınıf ve tabaklar da kendilerini ezen ve sömüren, aynı zamanda sınıf kardeşleri olan kadınlardan ve kadın mücadelesinden uzaklaşmalarına, ortak mücadele zeminini zayıflatan erkek egemen kültürün savunucuları olabilmektedirler.

 

Sonuç olarak, kadın sorunu, tarihin ortaya çıkardığı bir sorundur. Nihai çözümü bir toplumsal devrim ile mümkündür. Ülkelere ve toplumların siyasal ve sosyal özelliklerine bağlı olarak, şu veya bu ölçüde demokratik kazanımlar elde etmeleri, toplumsal ve sosyal hayatın demokratikleşmesine bağlı olarak gerçekleşebilir ve gerçekleşmektedir. Siyasi gericiliğin, faşizmin ve savaş tehditlerinin ve savaşın gerçekleştiği ülkelerde ve koşullarda ne kadınların n ede diğer emekçi sınıf ve tabakaların demokratik düzeyde bile olsa, reformlar düzeyinde bile olsa haklar elde etmeleri neredeyse olanaksızdır. Bu sistemlerin bir toplumsal devrimle ortadan kaldırılmaları ya da etkisiz kılınmaları baskı ve zulmün geriletilmiş olması ya da ortadan kaldırılmış olması tüm ezilen sınıf ve tabakaların olduğu gibi kadınların kazanımlarının da sınırlarını ve niteliğini belirleyecektir.

 

Yukarıda anlatılanlar ve söylenmek istenenler, kadınların özel, özgün sorunlarının ve şiddetin konusu olmaları ve kadın sorununun özel olarak çözümüne yönelmenin savunulmasını ve varlığını ortadan kaldırmaz…