havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Bu yol nereye gider!?

Aslında yazıya, "yol" üzerinden başlayacaktım, ancak aklıma bir Temel fıkrası geldi. Bu fıkrayı paylaşmadan yapamayacağım..

4951

 

 

 

Bizim Temel, bilim insanı!... Uluslararası bir konferansa katılacak, akşamdan hazırlıklarını yapmış, notlarını çıkarmış, konuşma metnini düzenlemiş ve sabah erkenden konferans salonunun yolunu tutmuş… Tam salonun kapısına gelince, göz atmak için konuşma metnini eline almış… Aksilik bu ya, fırtına metni elinden uçuruvermiş!.. Kağıt önde, Temel arkada koşuşturma başlamış… Kağıt uçup gitmiş… Temel geri dönmüş… Girmiş salona, söz sırası kendisine gelince, yavaş yavaş kürsüye çıkmış… Almış mikrofonu eline; “haçan” demiş, “Ha bu salonun kapısına gelinceye kadar, ne konuşacağımı bir Allah bir de ben biliyordum… Ama şimdi, ne konuşacağımı ben de bilmiyrum bir Allah biliyor…”

 

Şimdi, gündem o kadar hızla değişiyor ki, olayların debisi, öylesine hızlanmış ki, akşamdan “şu konuyu yazayım” demenin hiçbir anlamı kalmamış… Ayrıca, bir not düşeyim, bu Temel fıkrasını daha önce yazıp yazmadığımı bile unutmuşum, okuyan bir kez daha okumuş olsun… Nasılsa siyasilerin ve malum medyanın, aynı şeyi sürekli tekrarlamış olmaları hepimizde bir bağışıklık yaratmış olmalı…

 

Dönelim “yol” meselesine…

 

60’lı son yıllarda ve 70’li yıllarda, uzun yolculuklar yapardım… Doğudan batıya, İstanbul’a, Ankara’ya… Yolun belli bir noktasında kaptan mikrofonu açar ve şöyle sorardı, “Bu yol nereye gider, bilin bakalım?” Cevaplar gelirdi; “bir sonraki kasabaya, şehre veya otobüsün son durağına gider” diye… Kaptan bu cevapların hiçbirisini kabul etmezdi; kimileri daha fantastik cevaplara yönelirdi; “Ezelden ebede gidiyoruz”, “Meçhule gidiyoruz” gibi… Sonunda kaptan dayanamaz, “Yol gitmez, biz gidiyoruz” derdi…

 

Şimdi bilmiyorum, bunca çok yol yapılmışken; paralı, parasız, dört şeritli, çift şeritli… Hala “Bu yol nereye gider!?” sorusu soruluyor mu? Eğer sorulsa, bu yol, “cebimize gidiyor” diye cevap verebilir pekala!..

 

Yazıya başlamadan önce Tele1, Sayın Devlet Bahçeli’nin geçmiş yıllardaki bir konuşmasını yayınlıyordu… Konuşmanın özü, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neden cumhurbaşkanı olamayacağına ilişkindi… Ehh köprülerin altından çok sular akmış, şimdi iktidar ortağı… Daha doğrusu “örtülü ortak” diyelim…

 

Neyse, biz gelelim, “Bu yol nereye gider!?” sorusuna…

 

Örneğin, Baroların, avukatların yolu nereye gider!? Hani eski çağlar olsa, “Ankara’nın surlarına” diyeceğiz, değil… Ankara girişinde barikatlara ya da meclis duvarlarına…  Yollar oraya çıkmış!... Barikatlara ve duvarlara dayanan yollar değil, hukuk ve avukatlar ve savunma hakkı ve adalet… Öyle diyelim…

 

Ya işçilerin yolu, nereye gider!?

 

Kıdem tazminatlarını savunmaya mı, sarı sendikal labirentlere mi, grevlere mi, nereye!?

 

Bilemeyiz şimdilik, yollar orada, yollar bir yere gitmiyor!.. Sorunun ve hareketin öznesi olanlardır yürüyenler…

 

Ya haber hakkı, ya habercilik, ya gazetecilik, onların yolu nereye gidiyor!? RTÜK kapısına mı, ekran karartılmasına mı, yoksa Ebubekir Şahin’in… Ki yine bir yerlere yönetim kurulu üyesi olarak atanmıştır, eee yetenekli adam! Eee ihtiyaçları da çok, bir yerden yine maaşlar gelecek, habercilik de neyin nesi Bay Ebubekir için!?

 

Tele1 ve Halk TV’nin ekranı 5’er karartılsa, kıyamet mi kopar!? Varsın memleket 5 gün habersiz kalsın, yeter ki, Ebubekir gönülleri hoş eylesin…

 

Yani şimdi biz bu yol meselesini genişletirsek, yolları dört şeritli yaparsak, sor Allah sor, git Allah git, bitmez. Üreticiye gideriz, Sakarya’daki ihmallere gideriz… Gideriz oğlu gideriz.. Ama o kadar geniş tutmayalım mevzuları, en ilgincine gelelim, en enteresanına… Hani şu Matematiksel Fizik Bölüm Başkanı, Prof. Dr. Hatun Kişi var ya, yani onun gittiği yol, nereye gider, nereye çıkar, Allah aklımızı korusun, hani dilim de varmıyor ama, söyleyelim; Bu bilim insanının, bu değerli bilim kadınının yolu, nihayetinde savcılara düşmüş… Sebep mi? Hatun kişi, bir falcıya… Yanlış duymadınız, falcıya, falcıya… İsterseniz “büyücü” deyin… Yolu büyücüye düşüvermiş… Bir derdi varmış duyduğumuz kadarıyla, bilimden umudunu kesmiş olmalı, dahası kendisini TTB’li hekimlere çıkaran yola girmektense, falcının yolu daha akla yakın gelmiş olmalı… Hatta diyebiliriz ki, eskinin devlet hastanelerini beğenmemiş olabilir, Şehir Hastanelerini de mi, yani o öve öve bitirilemeyen Şehir Hastanelerine de mi güvenmemiş olmalı!? Öyle olmalı ki, falcıların kapısına çıkıvermiş yolu… Ve tam da dananın kuyruğu burada kopuyor… Bir falcı, bizim o temiz, bilimle haşır neşir, güzel insanımızın, saflığından yararlanarak, bu corona günlerinde, ekonominin darboğaza girdiği günlerde, tam 100 bin TL’sini kapıvermiş… Hatta siz, “söğüşleyivermiş” deyin… Neyse ki bu Matematiksel Fizik Bölüm Başkanına, nihayetinde matematiksel fizik yol gösterivermiş de, onu uyandırıvermiş de söğüşlendiğini çakıvermiş… Yol, savcıya kadar uzamış… Eeh mesele zaten, nihayetinde gerçeğe ulaşmak değil mi!? Hoca da uyanıvermiş!

 

Şaka değil arkadaşlar, bütün bunlar bu memlekette oluyor, bizim memleketimizde!..

 

Peki, şöyle söylesek; Hepimizin yolu nereye çıkıyor, bu yol nereye gidiyor!? Barosu, üniversitesi, emeklisi, sendikası, sendikasızı, üreticisi, çevrecisi, yönetileni ve ille de yöneteni ile bu yol nereye gidiyor!?

 

Şöyle diyelim mi, o kaptanın söylediği gibi; Yol gitmiyor, giden biziz… Ve bütün yollar, bizim gitmek istediğimiz yere gider… Ya haklara, hukuklara, yeni bir dünyaya, özgürlüklere yürüyeceğiz, ya da karanlıklara, alavere dalavereye, boyun eğmeye, teslim olmaya!..

 

İrade bizim, karar bizim…

 

Bir bütün olarak önümüzde, iki yol var; ya bilinmeze, bilinmezin karanlıklarına yürüyeceğiz, ya da bilinene, aydınlıklara doğru…