havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ÇELİŞKİLERİN KESKİNLEŞMESİ İKTİDARI ZORLUYOR

Kimler kan dökermiş nihayet öğrendik... "'Diktatörler, zalimler, katiller bir de meczuplar!'' Ne demeli, ne söylemeli? Her gün gencecik askerlerin, polislerin, sivil yurttaşların, çocukların, kadınların kanlarının aktığı, insanların bodrumlarda diri diri yakıldığı bir ülkede... Acılardan ve ağıtlardan, gökyüzünde kara bulutların oluştuğu bir iklimi yaşarken... Berkin Elvan'dan Ali İsmail Korkmaz'a, Ethem Sarısülük ve diğerlerine uzanan ölümlere ve her gün çatışmalarda ,patlayan bombalarda kanları dökülen ve tamamı ve cümlesi bu ülkenin yurttaşları olan, ölümlerine uzanan acılı hikayelere ne demeli?

579

 

 

 

Devr-i iktidarları ve giderek ve daha çok kanla, ağıtlarla, acılarla ünlenmiş bir coğrafyada kimdir bu ölüm fermanını yazanlar!?... Diktatörler mi, zalimler mi, katiller mi, meczuplar mı yoksa dört bir koldan, dört bir yandan ikballeri ve iktidarları için, gelecekleri için seferberlik ilan edenler mi?

 

Normal olan ne kaldı? Beraber ve birlikte ve bu ülkede ve bu güzel coğrafyada, eşitce, dostca ve kardeşce yaşanabilmesi için gerekli olan ve insanlığın bütün birikimleri üzerinden şekillenen hangi değerler tahrip edilmedi, imha edilmedi söyleyebilir misiniz?

 

Daha onbeş yıl önce Yasakları, Yolsullukları ve Yolsuzlukları ortadan kaldıracakları iddia ve söylemleriyle iktidara taşınanlar, sonra mazeretler ürettiler. Sorunları çözemeyince günah keçileri aradılar. Önce; CeHaPe zihniyeti, sonra vesayet ve aşağılayıcı ifadeyle söyledikleri ‘’GEZİ ZEKALILAR’’, Ergenekon, Darbeciler, Yetmedi, faiz lobisi... Gün geçti, devran döndü; paralel yapı. Bu gidişle ve inşallah hocacılar sıraya girip, daha doğrusu parantezin içine alınıp ,günah keçisi ilan edilmezler. Sanki onbeş yıldır bu ülkeyi uzaylılar yönetiyor. Ne bileyim Marslılar Venüslüler gibi... Hiç kimse, hiç bir şeyden sorumlu değil. Sorumlu hep dışarıda ve uzaklarda...Onlar hep kandırılmışlar, hep arkadan hancerlenmiş ve ihanete uğramışlar. Öylemi gerçekten? Ceplerini, kasalarını dolduranlar, gemiciklerden filo kuranlar hep kandırılmış öyle mi? Ya yoksuzlukdan yolsuzluktan yasaklardan kurtulmak umuduyla oy veren milyonlar, ya demokrasi gelecek diye sayfalarca yazı yazıp söz söyleyen aydınlar, Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye ön saflarda yer tutmak için yarışan liberaller ‘’ yetmez ama evet’’ciler, ez cümlesi; hiç ihanete uğramadı mı, kandırılmadı mı yoksa gerçekten kandırılanlar onlar değil mi?

 

Grevleri yasaklanan işçiler, inşaatlardan düşüp ölen gençler, ürünü elinde kalan köylüler, geleceği yok edilen üniversiteliler,madenlerde canlarını kurban veren Soma’lılar ve bu ülkenin büyük büyük çoğunluğu... kandırılmadılar mı? Gercek kandırılanlar onlar değiller mi?

 

İktidara umut bağlayan Kürtler, evsiz barksız, dilsiz ve kimliksiz bırakılanlar... İnançları ve ibadetleri yok sayılanlar, azınlıklar aldatılmadı mı, gerçek kandırılanlar onlar değiller mi?

 

Acayiplikler ülkesi haline geldik! Büyük yalanların, Gobez’ci retoriklerin ve besleme kalemlerin attıkları manşetlerle; toz duman arkasına itilmiş gerçeklerin sonsuza kadar süreceğini, sürdürülebileceğini zannedenlerin imha planlarıyla adı neredeyse unutturulan huku, adalet ve hatta anayasa ve hatta yasalar; çırayla, mumla aranılan bir coğrafyadayız şimdi!...

Bütün bu işler kimin, kimlerin devr-i iktidarının ürünleri ve sonuçları? Kim yönetiyordu bu ülkeyi? Paraleleciler mi, CeHaPe zihniyeti mi, faiz lobisi mi, Gezi Zekalılar mı, kim!?

 

Evet, gerçek kandırılanlar kimler?

 

Gazeteciler kapalı cezaevlerine konulurken, açık cezaevlerinden firar eden Işid mensuplarının eyleminin bu ülkenin adalet bakanı tarafından ‘’ O firar sayılmaz.’’ diye tanımlandığı, istismara uğrayan vakıflardaki çocuklar için ‘’ Bir kere oldu’’ diye vaziyeti toparlamak isteyen bakanlar, bu ülkenin bakanları ve bu memleket bizim!

 

Ve bir de, bütün bu sıralamaya çalıştığımız gerçekliğe ve özellikle işçi sınıfını köleleştiren yasalara cepheden karşı çıkması gereken kimi sendika yönetimleri; ‘’Türk-İş’e bağlı Şeker İş sendikası’’, geçici işçilik yasasını protesto amacıyla yirmi beş fabrikada günde iki saat fazla mesaii yani işçileri çalıştırma kararı alıyor. Patronlar için şeker gibi bir sendikacılık!

 

Velhasıl-ı kelam burası Türkiye ve bu memleket bizim!

 

Siyasi iktidar gücüyle, devlet gücüyle herkesi her zaman kandırabileceklerini sananlar yanılırlar! Ve bu toplam manzara, aynı zamanda çelişkilerin keskinleştiğinin ve siyasi iktidarın bu çelişkiler içerisinde yönetemediğinin, Başbakan değiştirmek zorunda kaldığının, yeni isimlerle yeni politikalara evrilmek zorunda kaldığının yani ve şimdilik ortak bir program etrafında birleşmemiş olsa da, tek bir kanaldan akmıyor olsa da, tekil ve dağınık olsa da, halkların ve en geniş emekçi yığınların önemli bir bölümünün aşağıdan yukarıya doğru yarattığı basıncı hissetmeye ve basınçtan kurtulmak için, onu etkisizleştirip yönünü değiştirmek için iktidar, pozisyonunu yenilemek zorunda hissediyor kendini.

 

Toplumsal gerçekliğe uygun adımlar atamayan muhalefet, parçalanmanın eşiğine geliyor. Yaşamasına yetecek politika yapabileceği manevra alanı bulamıyor.

 

‘’Kurt kuzuyu yerken’’tarafsız kalmaya, edilgen durmaya, suya sabuna dokunmadan ortalıkta dolaşıp vaziyeti kurtarmaya çalışanlar; kurdun kuzuyu yemesine sessiz kalmanın, kurttan yana tavır almak olduğunu, sınıf ve güç ilişkilerinin, kafalarına vura vura öğretmesi gerçeği ile yüzyüze gelmekten ve harekete geçme mecburiyeti hissetmekten kendilerini kurtaramıyorlar.

 

Sonuç olarak ;gelişmeler, iktidarın attığı adımlar, onların içeride ve dışarıda sıkışmalarının ve iktidarlarını zorlayan çelişkilerden kaçma planlarını ve politikalarının bir göstergesidir.

 

Vellhasıl-ı kelam burası Türkiye ve bu memleket bizim...

Ve Şafak yakın ve umutlu olmak için sayısız neden vardır...