havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ERDAL EREN’DEN GEZİ DİRENİŞİNE!...

1669
               2012 yılında “Erdal Eren’i Anarken” başlıklı yazımı yeniden okudum. Özetle; Kenan Evren ve Erdal Eren’in temsil ettiği iki faklı sınıfın, iki farklı gelecek projesinin ve buna bağlı olarak iki farklı ideolojinin, politikanın, kültürün çelişki ve çatışması ekseninde konuyu daha doğrusu Erdal Eren’in idamını anlatmaya çalışmışım.
                Peki, 2013 Aralık ayında Erdal Eren’i yeniden anarken aynı sözleri, aynı ifadeleri yeniden mi yazmalıyım!? Veya geçen yıl yazdığım yazı bugünün ihtiyacını karşılayabilir mi!? Başka bir ifade ile Erdal Eren ve onun bıraktığı izler geçen yıl olduğu yerde kaldığı biçimler altında duruyor mu!? Elbette hayır… Ve hatta Erdal Eren; 2013 yılında daha önceki yıllardan farklı, derin anlamlarla yeniden mücadele sahnesine, tarih sahnesine döndü. Erdal Eren’i sonsuza kadar gençliğin belleğinden ve mücadelesinden koparmak isteyenler; bir kez daha yanıldılar. Gezi Parkı direnişi; Erdal Eren üzerinden, onun idam edilişi üzerinden gençliği korkutup, sindirmek isteyenleri; düzenin edilgen, etkisiz ve egemen sınıfın tüm çıkarlarına; ideolojisine, politikasına, kültürüne eklemlemek isteyenlerin yanılgılarına ağır, tarihsel bir cevap olarak şekillendi!...
                Gencecik çocuklar, gençler; iktidarı elinde bulunduran egemenlerin hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri bir biçimde, hiç beklemedikleri kadar genişlikte ve derinlikte hayatı savunmak için, geleceklerini ve özgürlüklerini savunmak için ayağa kalktılar ve alanları doldurdular!... Kararlılıklarıyla, direnişleriyle, akıllarıyla, bilinçleriyle sanki hepsi birer Erdal Eren’di!... Gezi Parkında söktükleri ağaçlardan daha derinlere kök salmıştı Erdal Eren… Söktükleri ağaçlar gibi Erdal Eren’i ve onun gençliğin yüreğinde, bilincinde bıraktığı izleri söküp atamadıklarını bir kez daha anladılar. Çünkü Erdal Eren sökülen ağaçlarda değil, dikilen her fidanda; Gezi Parkını dolduran gençlerin toprağa bıraktıkları her fidanda, ODTÜ Ormanına dikilen her yeşil ve genç dallarda yeniden ve yeniden hayata, mücadeleye ve gençliğin bilincine dönerek onlarla buluşmanın, onların aklında ve yüreğinde yeniden yaşamanın derin ve anlamlı değerlerinin sembolü ve temsilcisiydi!...
                Alanları dolduran gençlerin sıkılı yumruklarında, attıkları sloganlarda, söyledikleri türkülerde, halay başlarında; Erdal Eren onlarla, yürek yüreğe, omuz omuza yeniden ve yeniden gençlikle buluşuyor, birleşiyor ve hayatı savunmaya devam ediyordu!...
                Ve yine Erdal Eren, alanları dolduran gençlikle birlikte geleceğini istiyor, özgürlüğünü haykırıyor; zulmün ve sömürünün karanlığını parçalayanlarla birlikte kıvılcım kıvılcım hayata yeniden başlıyordu.
                Erdal Eren; ülkeyi dalga dalga saran Gezi Direnişi ile binlerce çoğalıyor, anlamlanıyor, özgürlük ve insanca bir gelecek isteyenlerin elinde bir meşale olarak parıldıyordu!... Her gençle, her alanda, atılan her sloganda, her barikatta çoğalıyor, çoğalıyor, çoğalıyordu!...  
                Onu; Erdal Eren’i, idam sehpasına çıkaran cuntacı eskisi Kenan Evren ise yargılanıyormuş gibi yapılarak halktan merhamet beklentisi içerisinde azalıyor, küçülüyor, yalnızlaşıyor, tükeniyor, tükeniyor, tükeniyordu!...
                İki farklı sınıfın, iki farkı dünyanın sömürücü, zalim bir sınıfın temsilcisi ile emeğin ve mazlumların iki temsilcisinin yolu Gezi Direnişinde bir kez daha karşılaşıyordu. Erdal Eren çoğalırken, geleceği temsil ederken; Kenan Evren tükeniyor ve geçmişinin günahlarından kurtulmaya çalışıyordu.
                Yine gençler ölüyordu; gaz fişekleriyle, kurşunlarla, linç edilerek… Farkı olan bu kez idam sehpası kurulmuyordu, bu kez sözde yargılamalar yapılmıyordu, sözde yargıçlar talimatla idam kararları vermiyordu. Hukuk aynı hukuktu, sömürü düzeninin yasal zırhı olarak yeniden katiller korunuyordu. Hukuk; Kenan Evren’in hukukuydu ve özünde değişmemişti. Katiller yine korunup kollanıyor; halkın aklı, bilinci düzenden beslenen hayâsızların utanmazca dillendirdikleri söylemlerle karıştırılmak isteniyordu. Hiçbir şey ama hiçbir şey gençliğin gelecek isteğini, yeni bir dünya kurma hayalini yok etmeye, ortadan kaldırmaya yetmiyordu.
                Gördük ki; Gezi Parkı Direnişinde bir kez ve yeniden gördük ki hayatın yasaları işliyor. Hareketin ve değişimin yasaları işliyor. Diyalektiğin yasaları işliyor. Irmaklar durmadan okyanuslara doğru akıyor, birikiyor, birikiyor, birikiyor!... Dipten gelen dalgalar büyüyor; hareketin ve değişimin yasaları derinde olanı, görünmez olanı gün yüzüne çıkarıyor, hayatla buluşturuyor. Baskıya, zulme, işkencelere, kuşatmalara toplumu ve gençliği yukarıdan aşağıya yeniden şekillendirmek isteyenlerin tüm çabalarına rağmen; hayatın akışı, ritmi tıpkı damlaların damlaları itişi gibi, ilerletişi gibi damlaların damlalara dokunuşu gibi; insanın insana dokunuşu, insanın insanı ileriye itişi ile gelecek yeniden ve yeniden şekilleniyor!...
                İnsanlığın özgür geleceği için isyan bayrağını açanlar, direnenler, boyun eğmeyenler; idam sehpalarında ve sokaklarda katledilenler; halkın ve gençliğin vicdanında, ahlakında yeni bir dünya isteminde ve mücadelesinde yeniden bilince çıkıyor. Yeniden mücadele sahnesine çıkıyor. Yürüyenlerin ellerinde bayrak, dillerinde slogan olarak ilerlemenin temel motivasyon kaynaklarından biri olarak hayata dönüyor. Erdal Eren ve ondan önce yaşamını insanlığın geleceği için ortaya koyanlar; saflara katılıyor, barikatlara koşuyor ve direnen her gençle birlikte direnişin sıradan neferleri olarak gençlikle, gelecekle, hayatla yeniden buluşuyor!...
                Katiller, cellâtlar karanlıklara gömülürken, çürüyenlerin yanında saf tutarken gün ve gün ufalırken; Erdal Eren, en parlak yıldızlar gibi ışıl ışıl parlıyor, büyüyor, çoğalıyor… Ve Erdal Eren cellatlarına inat, zalimlere inat, barbarlıklara inat yaşıyor…