havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Efendiler, "yorgunu' yokuşa sürmeyin!...

Nihayetinde mesele açıklığa kavuştu... Meğer "ekonomi yorgun düşmüş', öyle söylediler…

467

 Şahsen ben inandım… Çünkü bu ‘ekonomi’ denilen tür, öyle balta girmemiş ormanların vahşi bir canavarı değildir. Kendileri hassas, duygusal ve hatta son derece kırılgan bir varlıktır. Kendileri, küser, darılır, incinir ve kırılabilir. Ne yapsın zavallı? Herkes bir yanından çekiştirip duruyor, kim ne koparırsa alıp götürüyor. Öyle grevmiş, öyle ücret artışıymış!... Bırakmıyorlar ağız tadıyla şu ihaleler yorgun bedenini canlandırıversin… Herkes Allah ne verdiyse, neresinden kaptıysa, kapıp gidiyor... Hem de hoyratça, hem de gaddarca! Zavallı da dayanacak güç kalmıyor, yoruluyor, bitap düşüyor... Canı burnunda, homur homur homurdanıyor... Bilhassa, işçidir, emekçidir, bir değil, iki değil, o kadar çok kalabalık ki, insanın başını döndürüyorlar. Allahtan birlik değiller, örgütlü değiller!... Neyse ki, şeker gibi yumuşacık konfederasyon yöneticileri var da, birazcık nefes alıyor zavallıcık. Ona yumuşak davranmak lazım… Usta eller lazım… Hani, kazı bağırtmadan yolmayı beceren usta eller var ya, öylesi lazım… Çalışmamış, yıpranmamış, yumuşacık eller… Hani böyle Cengiz Bey’in elleri gibi… Hani sırf ekonomiyi daha fazla yorgun düşürmemek için işçilerini, çalışanlarını  kapı önüne koyan patronlar var ya, onların elleri gibi yumuşacık eller!...

Yani demek istiyorum ki; zavallı yorulmuş, öyle boylu boyunca, sere serpe uzanmış, yatıvermiş… Allah Allah, aklıma şimdi Orhan Veli’nin bir şiiri geldi; Hani o ‘uzanmış’ falan diye başlayan şiiri var ya… Ama neyse o şiir buraya uymaz. Ekonomi, daha da kırılganlaşabilir. Şimdi biz de tutmuş yorgunu yokuşa sürüyoruz. Zaten yeterince bitmiş, tükenmiş… Başını dizimize koyalım, cebini patronlara emanet edelim, Truva atlarına, pardon pardon konfederasyon yöneticilerine bir masaj attıralım zavallının yorgun bedenine…

Tabi onu yoran, bitap düşüren, o kırılgan bedenini halden hale sokan, yalnızca dahili meseleler değil, bir de harici meseleler var. Zavallıcık nefes almak, soluk almak için, şöyle bir dış dünyaya açılmak istiyor… Tam mevsimi… Şöyle bir güneyimize gitse iyi olacak. Ama nerede? ‘Esed’ yakında ona, yakında ona ‘Esad’ diye biliriz, tutmuş güneyimizi. Kayaya çarpar gibi başımızı çarpıp geri yuvarlanıyoruz. “Haydi, İran-Irak seferine çıkalım” diyor, yorgun düşmüş ekonomimiz… O da ne! Geç geçebilirsen sınırları… Kale kapısından beter… Nefes alacak küçücük bir baca bile yok. Zaten yorgun, o sınır senin bu sınır benim… Sür bakalım yorgunu yokuşa… Mübarek Köroğlu’nun atı değil ki, yorulup kalıyor… Bari kuzeye açılalım, seri serin bir hava gelsin, yüzümüze, gözümüze, ciğerlerimize… Ama nerede? Eskinin Moskof düşmanlığından beter… Soğuk savaş yıllarına rahmet okutuyorlar. Şimdi bunca çilenin üzerine, yorgun düşmesin de ne yapsın? Başını hangi taşa çalsın? Çıkış yok!... Yer demir, gök bakır… Bir de şu utanmaz, köylü müdür, üretici midir, provokatör müdür? Dış güçlerin oyuncağı mıdır? Nedir, bilinmez. Domatesini, patatesini ve inanmayacaksınız, o bembeyaz sütünü yerlere dökmez mi? Gözünüze, dizinize dursun emi! Sabah yeseniz o domatesleri, öğlenleri patates… Bilmiyorsanız öğretelim. Haşlayın, kızartın, salatasını yapın… Sütünüzü için, kemiklerinize iyi gelir… Ben daha ne yapayım? Efendiler, yorup durmayın beni… Ben garip bir ekonomiyim, kuşatılmışım, naçarım, biçareyim, hassas ve kırılganım, başım belada, bana iyi davranın. Şeker gibi olun, Şeker-İş gibi (Canım sendikam benim) gece gündüz, iki saat ne ki, üç saat, beş saat ücretsiz fazla çalışın, örnek olun. Belki canıma can, kanıma kan gelir. Üstüme gelmeyin, kırılganım, hassasım. Sürmeyin yorgunu yokuşa…

Az kalsın unutuyordum; bir de o Kılıçdar namlı yiğit, kandan söz ediyor. Bu yorgun bitap düşmüş bedeni ile kan görmeye hiç dayanmaz, kan tutar kendisini. Alimallah erken mefta olabilir. Onu, onun o yorgun bedenini “milli”,  “yerli” Cengizgillere emanet edin!... O, “A….’sına da B…sine de koymasını”, pardon pardon bakmasını iyi bilir. Ta ki, o familyanın nınısına… kadar!...

 

 Efendiler efendiler, sizden rica olunur, ‘yorgunu’ yokuşa sürmeyin!...