havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Faşizmin –e hali

1424
               Türkiye faşizmi Kenan Evren’in başında olduğu cunta tarafından en çıplak, en yalın haliyle yaşadı. Faşist cunta; kendisi için kurmak istediği siyasal toplumsal sistem için tehlikeli gördüğü bütün örgütlenmeleri, karşı koyma potansiyel taşıyan bütün alanları, kesimleri ve organizasyonları tasfiye etti. Hatta burjuva partileri bile bir kenara atarak kendi sistemini; baskı, şiddet ve zor yoluyla kurumsallaştırdı. Yeni bir anayasa, yeni bir hukuk, yeni bir siyasal kültür üzerinden dizginsiz egemenlik!...
                Cuntanın yaptıkları hiçbir propaganda ile gizlenemeyecek ölçüde faşizmin en yalın halinin ifadesiydi. Evren’de diğer faşist diktatörler gibi baskı ve zorun yanı sıra; dini değerleri, geleneksel alışkanlıkları kullanmanın yanı sıra “düşman” karşıtlığını da kullanmaktan geri durmadı. Yanlış anımsamıyorsam babasının imam olduğunu söylüyordu. Ve kendisini Mustafa Kemal’e benzetecek argümanları kullanarak ve hatta ülkeyi yeniden kurtardığı imajını toplumda genel kabul görmüş bir düşünce haline getirmek için özel bir yöntem izledi. Ancak kurduğu sistemin bir faşist sistem, yönetim olduğunu gizleyemedi. Çünkü her şey çok açık ve netti. Uzatmadan devam edelim.
                Sonrasında gelen siyasi gerici hükümetler bugüne değin sistemin özünde, esasında köklü değişiklikler yapmadan küçük cilalarla yönetimlerini sürdürdüler. Bugüne gelmeden şu soruyu sorduğumuzda bazı şeyler daha iyi anlaşılabilir; Evren’in kurumsallaştırdığı faşizm hangi sınıf güçlerinin mücadelesiyle veya hangi burjuva hükümet eliyle tasfiye edildi!? Bu soru faşizmi mutlak evetler, hayırlar üzerinden tanımlayanlar açısından belki bir anlam ifade edebilir. Faşizmin genel, teorik tanımlamalarına girmeden biz kısaca şunu söyleyebiliriz; faşizm, bütünüyle yıkılmadan halkın muhalefeti ve faşizme destek veren siyasi gerici burjuva kliklerin, organizasyonların iç çatışmaları ile geriletilebilir, zayıflatılabilir, etkisiz kılınabilir. Yani öz değişmeden faşizmin kadir-i mutlak bir yönetim olması zayıflatılıp geriletilebilir. Ancak faşizm tehdidi ve tehlikesi onun yeniden güç toplama, egemenliğini pekiştirme tüm toplumsal alanları kontrol edebilme isteği ve hatta karakteri devam eder. Bugüne değin 28 Şubat’ın “postmodern darbecileri” de dahil olmak üzere halkın muhalefetinin zayıfladığı, bölünerek güç kaybettiği her durumda siyasi gerici hükümetler Kenan Evren’in gerçekleştirdiği hukuk ve anayasal sistemi güncelleyerek kendi iktidarlarını bu genel çerçeve ve hat üzerinden yenilemeye çalışmışlardır. Ama geçmeden şunu söylemeliyiz; tüm faşist diktatörlerin kullandıkları motiflerin birkaçından söz etmeliyiz. Diktatörler, kendilerini ya öncesindeki toplumun belleğinde yer tutan ulusal kahramanlarla ve ya dinsel, tanrısal özelliklerle “kutsanmış”, görevlendirilmiş özel şahsiyetler oldukları algısını toplumda genel kabul haline getirmek için büyük bir neredeyse kampanya diyebileceğimiz çabanın içerisinde olmuşlardır.
                Şimdi, bugüne geldiğimizde Başbakan Erdoğan ve onun yönetme tarzı üzerine yoğun tartışmalar yapılıyor. Kendisinde keramet arayanlardan onu demokrasi için en büyük tehdit ve tehlike görenlere uzanan iki uç arasında kıyasıya bir tartışmanın sürdüğünü gözlemleyebiliriz. Bir belirleme yapalım; bugün geçmişin yöntemlerini olduğu gibi kullanarak aynı argümanları devreye sokarak, aynı propaganda hattı üzerinden bir diktatörlük kurmak olası değildir. Kullanılacak söylemlerin, izlenecek yol ve yöntemlerin güncellenmesine, yenilenmesine ve en önemlisi Türkiye’nin ilerlemesi, demokratikleşmesi için kaçınılmaz olduğunun genel kabul haline getirilmesine bir ihtiyaç vardır. Peki, şimdi bizim hükümet eliyle dillendirilen düşmanlarımız yok mu!? Bazı ulusal kimlikler “küfür” olarak kullanılmıyor mu!? Birilerine “tanrısal özellikler” yakıştırılmıyor mu!? “Üstün ırk” söylemi henüz ve doğrudan ifade edilmese de “üstün inanç” üzerinden propaganda yapılmıyor mu!? “Açılım” söylemleri ve adımları ile “kucak açıyoruz” denilen etnik ve mezhepsel milliyet ve inanç sahipleri iktidar tarafından yedeklenemediği, asimile edilemediği noktalarda “ötekileştirilip” aşağılanmıyor mu!? Önlenebilecek iş kazaları “kader” denilerek dinsel argümanlarla perdelenmek istenmiyor mu!? Sanattan spora, kültürden siyasete, ifade özgürlüğünden örgütlenme özgürlüğüne, adaletten hukuka yargıdan güvenliğe toplumun tüm alanlarına farklı gerekçeler ve yaratılan düşman işaretlemeleri üzerinden müdahaleler yapılarak, tahribatlar gerçekleştirilmiyor mu!? Kenan Evren gibi bunlarda bir kurtuluş savaşından söz etmiyor mu!? Din üzerinden, mezhepçilik üzerinden, etnisite üzerinden kendilerini kutsayıp farklı gördükleri her şeyi ve herkesi küçümseyip, baskılamıyorlar mı!? Meydanları, sokakları yasaklamıyorlar mı!? Bütün bunlar neye işaret ediyor; demokrasiye mi, özgürlüklere mi yoksa otoriterleşmeye mi, diktatörleşmeye mi ve hatta faşizme yönelişlere mi!... Tıpkı ismin halleri gibi daha yalın halin izleri, tortuları, kurumları tasfiye edilmemişken; onun üzerinden gerçekleştirilen statükonun olanaklarından yararlanılarak şimdi postmodern argümanlarla gerçekleştirilmek istenen faşizmin sanki –e hali senaryolaştırılıp, cilalanıp, allanıp pullanıp sahnelenmek isteniyor. Ama en temel sorun, bütün bu siyasi gerici uygulamaları siyasi gericiliğin yoğunlaşma çabalarını geri püskürtecek olan en temel güç; halkın örgütlü ve birleşik gücünün şu ve ya bu gerekçelerle bölünme, parçalanma, zayıf düşürülme çabalarında olduğunu söylemeliyiz. Soru basittir, cevabı da öyle; genelde halkın özel ve dar anlamda herhangi bir eylemin bölünmesi, ikiye üçe ayrılması, güçten düşürülmesi moral değerler açısından, maddi güçler açısından kimin yararınadır!... Tarihi tecrübe göstermiştir ki; doğru devrimci eylem çizgisi, kitle çizgisi izlenmeden ne yeni demokratik mevziler kazanılabilir ne de mevcut mevziler korunabilir.
                Bir son not daha; provokasyonların etkisiz kılınması, açığa çıkarılması doğru devrimci bir çizgi olmadan, bir kitle çizgisi olmadan olanaklı değildir. Gelişigüzellik, benmerkezcilik, kendi taleplerini kitlenin talepleri yerine koyma mantığı; geniş halk kitlelerinin içinde bulundukları psikososyal durumları gözetmeyen anlayışlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar ne kadar keskin sloganlar ve söylemler ileri sürerlerse sürsünler; başarıya ulaşamazlar. Hitlerden günümüze en büyük provokasyonlar, halk güçlerinin bölünmüşlük, parçalanmışlık ortamlarında gerçekleştirilme olanağı bulmuşlar ve etkili olmuşlardır.