havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

GELECEĞİ HALK BELİRLEYECEK!...

1295
               Türkiye, “siyasi kaos” diye tanımlayabileceğimiz olağan dışı günler yaşıyor. Olanı biteni tek tek sıralamamıza gerek yok sanıyorum. Gelişmeler herkesin gözü önünde cereyan ediyor. İhtimaller ve seçenekler hızla yer değiştiriyor. Çatışan güçlerin karşılıklı hamleleri gözleniyor. Böylesi dönemlerde toplumlar daha önce düşünmedikleri konuları düşünüyor, sormadıkları yeni soruları soruyor ve yeni cevaplar arıyor. Bu toplumsal psikolojinin olağan sonuçları diye ifade edilebilir. Ancak gelişmeler nedenleri ve sonuçları açısından yalnızca çatışan güçleri; cemaat ile hükümetle sınırlı olaylar değildir elbette. Özellikle atılan adımların sonuçları doğrudan doğruya ve giderek halkın günlük yaşamını etkileyecek bir seyir izleme özelliğini taşıyor.
Bilinmelidir ki; geniş kitleler izleyici durumunda kaldıkları sürece doğacak sonuçlar sonunda gelip bizlerin günlük yaşamını ve hayata dair tüm ilişkileri etkileyebilecektir. Bu kısa genellemelerden sonra özellikle hükümetin attığı somut adımlar konusunu ele alabiliriz.
En son adımdan başlayalım; hükümet, meclis çoğunluğuna da güvenerek HSYK ile ilgili yeni bir kanunu parlamentodan geçirmek üzere adımlar attı. Bu yazı kaleme alındığında yasa taslağı Meclis Adalet Komisyonunda görüşülüyordu. Tarafsız hukukçuların düşüncesi; eğer bu yasa gerçekleşirse yargı tümüyle yürütmenin etkisine, güdümüne girerek yargı bağımsızlığı açıkça yok edilmiş olacak. Şimdi biz burada birkaç soru soralım;
1-) Hükümet çıkarmayı düşündüğü bu yasa ile hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek mi istiyor?
2-) Yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini teminat altına almak mı istiyor?
3-) Türkiye’nin demokrasi normlarını yükseltmek ve genişletmek mi istiyor?
Bu sorulara hiç tereddütsüz “hayır” diye cevap verebiliriz. Eğer bu yasa gerçekleşirse, ki bu bir militarizasyon girişimidir; yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, dillerine pelesenk ettikleri kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edilmiş olacaktır!... Zaten Türkiye’de sıraladığımız kavramlar ve değerler; hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ilkesi öteden beri varlığı ve gerçekliği tartışmalı konulardı. Şimdi bu kavramların kırıntısından bile söz edilemeyecek. Bilinen bir gerçekliktir ki; hukukun üstünlüğü olmadan yargı bağımsızlığı, bu iki değer olmadan kuvvetler ayrılığı ilkesinden söz edilemez!...
Peki, AKP Hükümeti ve onun yönetici erki bunları bilmiyor mu, elbette biliyor. Ancak, içine düştükleri yolsuzluk, rüşvet iddiaları bataklarından çıkma ve kurtulma refleksi ile her türlü akıl dışı çılgınlığı göze alabilecek noktaya gelmişlerdir. Sanki “paralel devlet” diye tanımladıkları “kayıt dışı siyaset” diye teorileştirmeye çalışarak soyutladıkları bir “tehlikeye” karşı düzenleme yapıyorlarmış algısını topluma kabul ettirmeye çalışarak bütün şaibelerden kurtulma cambazlığına soyunmadır, yaptıklarının özeti.
Artık öyle bir noktaya gelinmiş ki; kolluk kuvvetleri savcıların talimatlarına uymuyor. Mahkeme kararı ile ifadeye çağırılanlar mahkemeyi dinlemiyor. Neredeyse anayasanın ve hatta daha çok yasaların emrettikleri bile hükümet desteği ile uygulanmaz duruma geliyor. Dizginsiz bir gidiş, kuralsız bir sürükleniş; “ya iktidar bize ya kuzgun leşe” çılgınlığını anımsatacak pervasız hamleler!...
Manzara böyle…
Peki, olup bitenler halkın pasif izleyiciler durumunda kalması gereken şeyler midir!? Hukuk rafa kaldırılırken, hukukun üstünlüğü sayfalardan silinirken, yargı bağımsızlığı yok edilirken; yukarıdan aşağıya, siyasi iktidar eliyle, topluma yönelik, fiziki; ideolojik ve politik şiddet kurumsallaştırılarak bir militarizasyon gerçekleştirilirken, halk; başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçiler seyirci kalıp olanı biteni izlemeli mi ya da izleyecek miyiz!?
Hükümetin gerçekleştirmek istediği politikalar bir bütün olarak toplumun ekonomik, sosyal, kültürel, örgütsel, ideolojik ilişkilerini, yaşamını ve bunların üzerinden ortaya koyduğu taleplerini ve mücadelesini etkilemeyecek mi; elbette etkileyecek!
                Bu nedenlerledir ki; hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, adalete ulaşma; başta işçi sınıfı ve diğer tüm ezilenlerin asgari talepleridir. Ve onların nihai kurtuluş için verdikleri genel, kapsamlı sömürü ve zulümden kurtulma mücadelelerinin “ikincil ürünleri” ve reformlar düzeyinde küçümsenemeyecek, ertelenemeyecek, vazgeçilemeyecek talepleri olarak değer ve karşılık bulması bir gereklilik ve zorunluluktur!...
                Böylesi kaos dönemlerinde esas belirleyici olan gerici iktidar klikleri arasındaki mücadele değil; ki bu emekçiler açısından taleplerinin gerçekleştirilmesi için yeni olanaklar sunar; halk güçleri ile iktidar klikleri arasındaki mücadeledir. Eğer, işçi sınıfının merkezinde olduğu tüm emek güçleri talepleri etrafında örgütlü, birleşik, kapsamlı ve çeşitlendirilmiş bir mücadele hattı üzerinden yürürse halk lehine; eğer bunu başaramazsa siyasi gericilik ve onun iktidarları lehine sonuçların gerçekleşmesi kaçınılmaz hale gelir!...
                Daha sadeleştirerek söylersek; Türkiye’nin çeşitli milliyetlerinden emekçileri açısından, halkları açısından ya bu kaostan kazanımlarla çıkılacak ya da siyasi iktidar tüm yolsuzlukların, rüşvet iddialarının, haksız kazançların üzerini örterek mevzilerini güçlendirmiş olarak çıkacak. Ancak, burada şunu da ifade etmemiz gerekiyor; AKP hükümeti ne yaparsa yapsın, emekçiler bugün dün sormadıkları yeni soruları sormaya, yeni yeni cevaplar aramaya başlamışlardır ve bu engellenemez bir gerçekliktir!...
                Başbakan Erdoğan ve onun çevresindeki azınlık, vaziyeti toparlamanın şimdilik, kısa vadeli ve taktik olarak bir yolunu bularak kendilerini zafer kazanmış sayabileceklerdir. Ancak, uzun vadeli bakıldığında ve stratejik olarak bir değerlendirme yapıldığında Başbakan Erdoğan’ın kazanacağı zafer birçok kez yinelediğimiz gibi ancak ve ancak “PİRUS” zaferi olacaktır.
                Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan halkın örgütlü ve birleşik mücadelesi olacaktır!...