havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Gerçekler, sabırlı, inatçı ve savaşçıdır...

19 Aralık 1978 Maraş Katliamını hatırlıyoruz elbette... Ancak, bu kanlı katliam yazımızın esas konusunu oluşturmuyor. Anlatacağım ve katliamla ilintili yön; TÖB-DER`in bu katliamı protesto amacıyla ilgili olarak, 24 Aralık 1979`da yaptığı bir günlük iş bırakma eyleminin ilginç bir anısına dairdir...

735

 

 

 

TÖB-DER, 70`li yıllara damgasını vurmuş, yaklaşık 120 bin üyesi olan bir öğretmen örgütüdür. TÖB-DER belgeleri, örgütün Ortadoğu ve Balkanların en büyük ve yine Avrupa`nın en güçlü öğretmen örgütlerinden birisi olduğunu kaydeder.

 

24 Aralık bir günlük büyük öğretmen boykotu (1979), siyasal iktidarı ve katliamın gizli güçlerini oldukça rahatsız etmiştir. Sonuç olarak boykota katılan öğretmenler hakkında dava açılır... Esas vurgulamak istediğim noktada da bu davalardan birisine aittir. Boykota katılan öğretmen arkadaşlar, genellikle Maraş katliamını kınadıklarını ve bu insanlık dışı katliamın bir daha yaşanmaması için demokratik bir hak olan bir günlük iş bırakma haklarını kullandıklarını ifade ediyorlardı. Ancak, az sayıda da olsa, iktidarın baskısı sonucu, 24 Aralık boykotuna, TÖB-DER`den korktukları için katılmak zorunda kaldıklarını ifade eden örneklere de rastlanmıyor değildi...

 

İşte bu davalardan birinde; mahkeme başkanının boykota niçin katıldığını sorduğu bir öğretmen; "TÖB-DER`den korktuğum için boykota katıldım" diye yanıt verir. Mahkeme başkanı, o tarihi cevabını, biraz da öfkeyle şöyle dillendirir; "Sen korktuğun için boykota katıl, öğretmenliğini yapma, ben korktuğum için kararlarımı değiştireyim, yargıçlığımı gereği gibi yapmayayım, bir başka görevli yine korktuğu için anayasal görevini yapmasın... Olur mu böyle şey? Bu insan onuruna yakışan bir tavır değildir. Eğer, korku görevlerimizi yapmamıza engel bir sonuç doğuruyorsa, buradan hayır gelmez. Bu ne insana yakışır, ne de insan onuruna." Mahkeme Başkanının konuşması, aşağı yukarı bu içerikte, bu doğrultudaydı...

 

Mahkeme başkanı, boykota katılma gerekçesini "korku" ile izah eden ve "korku" üzerinden savunan öğretmenin tutumuna şiddetli tepki göstermişti.

 

Evet, o yargıcın sözünü hiç unutmadım. Sen, gördüğün gerçekleri, sadece ve yalnızca korktuğun için söylemekten geri duruyorsan, yazmaktan çekiniyorsan, dillendirmekten ürküyorsan, insanlık onurunun neresindesin?

 

Eğer bir gerçeği, olduğu gibi ve objektif olarak, hakaret ve küfür dili kullanmadan ve sadece gerçeğin kendisine bağlı olarak aktarıyorsan, aktarabiliyorsan, korkuya kapılmana gerek yoktur.

 

Zaten gerçeğe bağlı kalanların; hakarete, küfür diline, yalana-dolana başvurmalarına hiç gerek yoktur.

 

Gazeteci, sanatçı, aydın, bilim insanı, gerçekleri bulundukları pozisyona uygun ifade etmekten çekiniyorlarsa, daha doğrusu korktukları için dillendirmekten çekiniyorlarsa o ülke, zaten batmıştır. İnsanlık onuru, tükenmiştir. Aydın ve bilim insanı sorumluluğu bitmiştir. Aslında ve özünde insanın tükenişidir bu...

 

Yolsuzluk yapan korkabilir, yalana ihtiyaç duyabilir. İnsanlık düşmanları, bir azınlığın, bir zümrenin veya bir ailenin çıkarını, yaşamının ve tüm ilişkilerinin ana merkezine koyanlar, yalana ihtiyaç duyabilir ve korkabilir. Gerçeklerin, bir gün ve mutlaka onların bütün sahteciliklerini, bütün yolsuzluklarını, yalanlarını açığa çıkaracağından duydukları endişe ile bir yalan bulutuna ihtiyaç duyabilirler. Korkuları ne kadar büyükse, yalanları da o kadar büyük olacaktır.

 

Peki, gerçeği söyleyenlerin, insani olarak, ahlaki olarak, vicdani olarak korkmasını haklı gösterebilecek, nesnel duruma dayalı bir gerekçe olabilir mi?

 

Gerçekle yalan arasındaki, korkuyla cesaret arasındaki ilişki, aydınlıkla karanlık arasındaki ilişkiye benzer. Korkuya teslim olmuş bir toplum, köleleşmiş/köleleştirilmiş, hayallerini ve gelecek umudunu yitirmiş demektir. Eğer bir ülkenin, bir toplumun üniversiteleri, sanat çevreleri, diğer bilim kuruluşları, susmuşsa, korkuya teslim olmuşsa, o toplum çürümeğe mahkumdur.

 

Sadece korktukları için, gerçeklere yabancılaşılmış, bildiklerini, söylemekten, yazmaktan, anlatmaktan çekinir hale gelinmiş olsaydı, insanlık bugün; bilimde, sanatta, kültürde ve ekonomide, nerede ve hangi noktada bulunurdu? Bu soruyu düşünmeliyiz.

 

Gerçekler, korkudan, yalandan daha sabırlı, daha inatçı ve daha savaşçıdır. Ve gerçekler, ve nasılsa, ve bir gün, gün ışığına çıkmanın, kazanmanın bir yolunu bulmuşlardır ve bulacaklardır...

 

Yoğunlaşmış ve sürekli hale getirilmiş bir korku kültürü yaratarak, toplumların bugününü, edilgen, kolay yönetilebilir bir şekle sokabilirsiniz. Ancak, bütün bir geleceği, korku kültürü ile şekillendirip biçimlendirmek ve tarihi sadece buradan yazmayı hayal etmek, dönüp insanlığın dününe baktığımızda ne kadar imkansız bir beklentiye saplanmak olduğu gerçeğini size hatırlatacaktır…