havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Gezi Direnişini Anlamak

1398
               Türkiye toplumsal hareketler tarihinin özel ve önemli bir kesitini oluşturan Gezi Direnişinin yıl dönümü!... Geçtiğimiz bir yılın en çok tartışılan, farklı görüş ve çevreleri üzerine en çok söz söylediği toplumsal hareketlerden birisidir, Gezi Direnişi!... Heyecanı, coşkusu, yapılış biçimi, iç dinamikleri; öğrenen, öğreten geleceğe dair toplumsal hafızaya iz düşümler bırakan, anılar bırakan, kanlı izler bırakan bir hareketin yıl dönümü!...  Yöneten-yönetilen ilişkilerinin, çelişkilerinin keskinleştiği; adına “ileri demokrasi” dedikleri siyasal rejimin soran, sorgulayan; talepleri için ayağa kalkan; yönetilenlere daha genelinde yurttaşlara karşı izlediği yol ve yöntemin anti-demokratik yanlarının açığa çıktığı, belirginleştiği, başka bir ifade ile sistemin cilâlarının  döküldüğü bir tarihsel kesitin genel adıdır, Gezi Direnişi!... Kimilerine göre ilk üç günü masum sonrası “iç” ve “dış” lobilerin ve AKP düşmanlarının hükümeti devirmek, daha ileri giderek darbe yapmak için tezgâhladıkları bir senaryo!…
                Kuşkusuz ki; sınıflara bölünmüş bir toplumda sınıf çıkarlarını esas alan ideolojik ve politik çevrelerin yakın çıkar ilişkileri ile hükümete bağlanmış odakların, Gezi Direnişi gibi bir toplumsal karşı koyuşu değerlendirmeleri de farklı olacaktır ve öyle de olmuştur. Eylemin meşruiyetini, haklılığını, olması gereken anayasal güvencelerini yok sayarak, görmezden gelerek; kitlesel olarak parçalamak, karalamak, bölümlere ayırmak, bütününden ve bağlamından koparmak bilinen, tanınan ve tanımlanmış olan iktidar aygıtını elinde bulunduranların psikolojik savaş taktikleridir. Gezi Direnişi, başından sonuna kendi içinde bir bütündür; ne ilk üç günü son üç gününden, ne son üç günü ilk üç gününden koparılabilir. Önce sınırlı bir taleple başlayan ancak giderek talepleri ve katılımcıları genişleyen, taleplerin ve katılımcıların özellikleri üzerinden kendi karakteristiklerini yansıtan bir toplumsal eylem biçimidir, Gezi Direnişi!...
                Eylemin, süreç içerisinde farklı taktiklere, farklı söylemlere yönelmesi, hareketin iç değişkenlerinin ve iç dinamiklerinin nitelikleri ve dış müdahalenin (devlet müdahalesinin) iç değişkenler ve dinamikler üzerine yaptığı etki, basınç ve kullanılan eylemi bastırma araçlarının ve bu araçları kullanma biçiminin etkileriyle yeni reflekslere yönelmiştir diyebiliriz. Kendiliğinden hareketlerin karakteristiğini, ilerleyiş biçimini, eylem sürecinin iç evriminin renklerini belirleyen en temel şey; içinden çıktığı toplumun sosyokültürel yapısı, gelenekleri, insan hakları ve demokrasi bilinci, toplumun tarihsel tecrübeleri, yöneten-yönetilen ilişkilerinin toplumsal hafızada bıraktığı izler tarafından belirlenir. Burada bir örgüt tarafından yönetilen kitlesel hareketlerle, kendiliğinden gerçekleşen kitlesel hareketler arasında yukarıda işaret ettiğimiz özelliklerde belirgin farklılıklar gözlemlenebilir. Örgütlü hareketlerin ritmi, hedefleri, talepleri, bağlandığı strateji bilindiği için; kendiliğinden hareketlerden farklı bir çizgi, rota izlemesi doğal ve anlaşılabilir bir durumdur. Gezi Direnişine bir biçimde müdahil olan, müdahale etmek isteyen politik organizasyonlar; bu karmaşık ve devasa ve çeşitlendirilmiş kitlesel gücü ve yönelimi “kendi programlarına” bağlayamamışlardır. Bu ilişki dar anlamıyla belirli ölçülerde bir etkileme ve etkilenme düzeyinde kalmıştır.
                Bana en gerçekçi gelen tanımlamayı kendisine mikrofon uzatılan bir genç; “herkes kendi sebebini almış, buraya gelmiş” sözleriyle ifade etmiştir. Evet, oraya katılan herkesin bir sebebi vardı; ancak bu sebepler tekil, birbirinden bağımsız ve ilintisiz sebepler başka bir ifade ile talepler değildi. “Herkesin kendi sebebinin” dayandığı birleştirici, ekonomik, politik, kültürel bugüne ve geleceğe dair yaşama kaygıları somut olarak AKP iktidarının ülkeyi yönetme uygulamalarına karşı birikmiş büyük, ortak bir nedeni vardı.
                 Sonuç olarak; hükümet, önce şiddet ve baskıyla öldürerek, yaralayarak, gözaltına alarak bu kitlesel direnişi bastırma yolunu seçti. Ama yalnızca bu yöntemlerle de yetinmedi. Yalan ve karalamalarla eylemin haklılığını, meşruiyetini kirletmeye (!) ve gözden düşürmeye yönelen bir kara propagandayı daha genelinde psikolojik savaş argümanlarını hayata geçirmeye çalıştı. Diğerlerinin yanı sıra eylemi karalamak için iki büyük yalanı ortaya attı. Bu iki büyük yalan özünde aynı zeminden kaynaklanan, birbiriyle bağlantılı toplumsal değerler üzerinden şekillendirildi. Bu yalanlardan birisi camide içki içilmesi, ikincisi Kabataş’ta türbanlı bir kadına yönelik ve hatta onun çocuğuna da yöneltilmiş olan fantastik yalanlardı. Ama her iki yalanın da hedef kitlesi, içerdiği değerler açısından ortaktı. Kutsal olan bir ibadet mekânına saygısızlık ve yine kutsal inancının ifadesi olarak türbanlı bir kadın ve yine toplumsal hassasiyetlerin göstergelerinden birisi olan bir çocuk; her iki yalanda toplumun kutsal kabul ettiği değerlere yönelik “gezicilerin” saldırısı olarak ortaya atıldı.
                Bu iki yalan gelişigüzel, öfkeyle seçilmiş yalanlar değildir. Hitler’in kara propaganda ve psikolojik savaşını yöneten Goebbels; “büyük yalan” sever. Ve derki; “öyle büyük yalan söyleyin ki, herkes inansın” tartışsın. Bu nedenle söylenecek yalan en az Gezi Direnişinin toplumda yarattığı etki kadar büyük olmalıydı. Goebbels’in izinden yürüyenler başları sıkışınca “ustaları” Goebbels’in taktiklerine ve aklına ihtiyaç duymuşlardır. Bu nedenle; bugün yalan olduğu açığa çıkan ve hatta kanıtlanan “camide içki içtiler”, “Kabataş’ta bankta oturan türbanlı kadına saldırdılar”, “büyük yalanları” bilinen, klasik bir Goebbels yöntemidir!...
                Şimdi bu yazı yazıldığında Cumartesi gerçekleştirilecek Gezinin yıldönümü eylemlerinin nelerle karşılaşabileceği, nasıl sonuçlanacağını öngörmek zor. Gezinin, bütün toplumsal kesimlere, emekçilere, onların bilinçlerine bıraktığı izler asla silinemeyecek!... Sokakları özgür olmayan, parkları özgür olmayan bir ülke özgür olamaz, özgür sayılamaz!...
                Gezi Direnişinde yaşamını yitirenleri bir kez daha saygıyla anıyoruz...