havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

İNSAN HAKLARI HAFTASI

Ya yurttaş olunacak ya da kul!..

5135

 

 

 

10 Aralık İnsan Hakları Haftasının ilk günü. İnsan Haklarının çerçevesini çizen Evrensel Bildirgenin kabul günü (10 Aralık 1948)

 

Öze dair birkaç belirlemeyi paylaşalım. Evrensel Bildirge; ırk, renk, cinsiyet, inanç, ulusal kimlik farkı gözetmeksizin, dünyanın neresinde doğarsanız doğun, eşit ve haklarınızla doğarsınız… Birincisi bu.

 

İkincisi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yazılan haklar, statik değildir. Toplumların ilerlemesine, ihtiyaçlarının gelişmesine bağlı olarak dinamik süreçlerle karşımıza çıkmaktadır.  Bunun sonucu olarak yeni hak kategorileri; örneklersek, kentli hakları, çevre hakları, hayvan hakları, kadın hakları… gibi.

 

Bu çok kısa belirlemeden sonra, şunu söylemeliyiz; özellikle bugün, savaşların ve çatışmaların yoğunlaştığı, nükleer ve kimyasal silahların bir tehdit haline geldiği, göçlerin yaşandığı koşullar, aynı zamanda hak ihlallerinin en yoğun olduğu dönemler olarak gözlemlenmektedir… Kitlesel göçler, neredeyse her gün denizlerde can veren insanlar, açlık, sefalet ve yoksulluk, hastalıklar sıradan olaylar olarak haberlerde yer almaktadır.

 

İnsan Hakları Haftası, 1948’den bu yana kutlanmaktadır(!) Ama genel tabloya baktığımızda, insan hakları yerlerde sürünmektedir. Emperyalist odakların, savaş merkezlerinin ve işbirlikçi gerici hükümetlerin, faşist cuntaların, insan hakları ihlallerini süreklileştirdiği, ikiyüzlüce, başta emeğin hakları olmak üzere, çocukların, kadınların, haklarını ve geleceklerini yok saydıkları, çiğnedikleri ve çoğu kez yaşam haklarının ve yaşam güvenliğinin ortadan kaldırılmasının, bu ihlallerin birinci derecede sorumlusu olarak orta yerde durmaktadırlar.

 

Kuşkusuz ki, sınıflara bölünmüş toplumlarda, sınıf çatışmalarının var olduğu koşullarda, insan haklarının elde edilebilir ve uygulanabilir olması, zorlu, çetin, kitlesel, örgütlü mücadeleleri gerekli kılmaktadır. Burjuva hükümetler, bir elleriyle veriyormuş gibi yaptıkları hakları, öteki elleri ile utanmadan çalmakta, geri alabilmektedirler…

 

Evrensel Bildirgenin belirttiği haklar, aslında siyasal demokrasinin talepleridir. Ancak, siyasi gericiliklerin yoğunlaştığı, savaş tehditlerinin ve savaşların arttığı, toplumların hak bilincinin ve hak mücadelelerinin baskılandığı ve yasaklandığı koşullarda, bırakınız yeni haklar kazanmayı, hakları korumak bile zorlu ve çetin mücadeleleri gerekli kılmaktadır.

 

Sorun sadece bununla da sınırlı değil… Çocukların bilincinin tahrip edildiği, kadınların ikinci cins olarak tanımlandığı ve bir erkeğe “kölece hizmetle” sorumlu kılındığı(!); kaç çocuk yapacağının, oturuşunun kalkışının, sokakta nasıl yürüyeceğinin, nasıl konuşup nasıl güleceğinin, belirlenmeye çalışıldığı koşullarda, insan haklarından söz etmek en hafif ifadeyle gülünç kaçmaktadır.

 

Peki soralım, siz kimsiniz, hangi hakla, hangi yetkiyle, kadınlara davranış belirleme hakkını kendinizde görüyorsunuz!? Hani kendi aileniz için belirleme yapın, ama sokaktaki kadınlara, toplumun yarısını oluşturan bir cinse rol biçmeyi, ona davranış kalıpları önermeyi, hangi hakla kendinizde görüyorsunuz!?

 

İşinize bakın baylar! Size sessiz kalınacağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz…

 

Şimdi, ülkemiz ve yakın coğrafyamız açısından,  İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yaşama geçirilmesi zaten sorunlu iken ve haklar sürekli budanırken, şeriatçı vaazlarla, hatta fetvalarla, yurttaş değil neredeyse kul olunması önerilebilmektedir… Ve yukarıdan aşağıya “kul olmanın” kültürü yerleştirilmek ve toplumsal kabule dönüştürülmek için yoğun çabalar gösterilmektedir. Anayasasında laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu yazılan bir ülkede, yukarıdan aşağıya vaaz edilen bu şeriatçı manifestoların, sessizlikle karşılanması, konunun başka bir düşündürücü yanını oluşturmaktadır!...

 

Bu nedenlerle artık, insan hakları kavramları eğer emeğin, ezilenlerin, kadınların ve çocukların talep ve hakları ile desteklenip derinleşmez ve birleşmezse ve elde edilebilmesi gerçekleştirilip süreklileşmezse, örgütlü ve çetin mücadelelere ve bu mücadeleler bir yurttaşlık hakkı olarak bilince çıkarılmazsa, hakların güvence altına alınması ve kullanılabilir olması olanaklı değildir.

 

Hatta şunu söylemeliyiz, eğer siyasi gerici iktidarlar, yurttaşların demokratik haklarını, ortadan kaldırıp yok ediyorlarsa, demokratik hakları savunmak, geri kazanmak ve güvencelerini sağlamak için verilen mücadeleler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin özüne uygun mücadelelerdir. Başka bir ifadeyle, demokratik yurttaş haklarını yok etmek isteyenlere karşı verilen ve verilecek olan her mücadele, meşru ve demokratik hak kapsamına girmektedir.

 

Bugün açısından, verili siyasal ve toplumsal koşullar ve hayatın her alanını kapsayan ve giderek daha da genişleme eğilimi gösteren uygulamalar ve politikalar bir ikilemi ortaya koymaktadır; ya yurttaş olacağız ya da kul!... Ya yurttaş olmak için mücadele edeceğiz, en küçük demokratik hak kırıntısına bile sonuna kadar sahip çıkacağız, ya da toplumu kul yapma, tebaalaştırma çabalarına ve politikalarına boyun eğeceğiz. Biz birincisi için, yurttaşlık hakları için mücadelenin, bu ülkenin geleceğine karşı bir sorumluluk olduğunun bilinci ile kazanılmış en küçük haklardan bile vazgeçmeyeceğimizi söylemeliyiz…  Elbette o haklarla da yetinmeyeceğiz, demokratik hakların ve özgürlüklerin genişletilmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul ettiği tüm hakların asgari taleplerimiz olarak savunulması için bütün çabaları göstereceğiz ve gösterilmesinin gereğini de bir kez daha ifade etmekteyiz…

 

Son cümlemiz, 12 Eylül Faşist Evren Cuntasının, yine bir İnsan Hakları Haftası içerisinde, bütün hukuk ve yasa normlarını, insan hakları değerlerini çiğneyerek ve yaşını büyüterek idam sehpasına gönderdiği Erdal Eren yoldaşımızı saygıyla anarken, onun savunduğu değerleri savunmaya devam edeceğimizi bir kez daha bildirerek, faşist cuntaları, faşizm özlemcilerini lanetlediğimizi de belirtiyoruz…