havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Kılıç ve İda Dağları'nı savunmak!..

Geride bıraktığımız haftanın, iki çarpıcı olayını, görüntüsünü birlikte değerlendirelim...

4515

 

 

 

Görüntülerin birisi genel, bir diğeri ise yerel…

 

24 Temmuz günü, dünyanın tanıklığı eşliğinde, Ayasofya’nın cami olarak kullanıma açıldığını yaşadık… Ama değineceğimiz konu bu değil… Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın kılıç elde yaptığı seramoni altı çizilesi bir görüntü oldu…

 

Ali Erbaş’ın, Osmanlı’nın belki de en değerli sultanlarından olan Fatih Sultan Mehmet’in, adının ve zaferlerinin gölgesine geçerek, Kurtuluş Savaşı’nın önderi ve laik cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’e adını anmadan lanet göndermesi ve elindeki kılıcı bir sembol olarak sunması, olgunun kendisinden daha derin bir amacı ifade ediyordu diyebiliriz.

 

Sonrasında, konuşmasını “izah eder” duruma savrulması, aslında “herkesi kör alemi sersem sanmaktan başka bir değer taşımıyordu ve taşımaz…

 

Biz, Mustafa Kemal’e, Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyete karşı kimlerin, hangi tavırlar içerisinde olduğunu biliyoruz… Öyle sağından solundan göndermeler yapıp, lanetler ifadesinde bulunup, sonra da kendi sözünü izaha yeltenmenin nedenlerini de anlıyoruz…

 

Kestirmeden şunu söyleyelim; Kurtuluş Savaşı’nı sahiplenenler, anti-emperyalistler ve yurtseverler, bağlamı içerisinde, kılıcın taşınmak istediği sembol değerini(!) de anlayarak söyleyelim; o gösterinin ve o kılıcın önünde diz çökmez, boğun eğmez, geri adım atmaz…

 

Mustafa Kemal ve Cumhuriyet, elbette kendi bağlamı içerisinde eleştirilebilir!... Eleştiri başka bir şeydir ve hatta bir haktır… Ancak, onun kararlarını ‘lanet’ nitelemesi ile dillendirmek ve karnından konuşarak, ad vermeden lanetler göndermek başka bir şeydir ve bu kabul edilemez… Dahası, politize edilmiş bir Diyanet üzerinden, ne Mustafa Kemal ne de onun kurduğu Cumhuriyetin laik değerleri aşındırılmaya yeltenilemez ve herkes kendi pozisyonunun, dahası yasal pozisyonunun gereğine uygun ifadeler kullanmakla mükellef olduğunu unutamaz!...

 

Bu tutum, bu söylem, bu lanetleme, başka şeyler gibi tarihin kayıtları arasında yer alacaktır…

 

Bu böyle biline…

 

İda Dağlarını savunmak

 

İkinci olay; 25 Temmuz akşamı saat 21’de, Kazdağları savunucularının Golf Çay Bahçesi önünde yapacakları basın açıklamasına yapılan müdahale oldu. Meğer valilik toplantı ve gösteri yürüyüşleri başta olmak üzere tüm etkinlikleri 7 gün süreyle pandemi nedeni ile yasaklamış… Tamam, buna genel anlamda itirazımız yok! Ancak zamanlama dikkat çekici… Tam da Kazdağları direnişinin, daha doğrusu Troya coğrafyasının; toprağın, havanın, suyun, ağacın ve bunun üzerinde yaratılan mitolojik, tarihsel, kültürel ve insana dair bütün değerlerin savunulduğu bir yılın sonunda gerçekleştirilecek olan etkinliklere denk düşmesi… İlgi çekici yön burası…

 

Şimdi şunu söyleyelim; Çanakkale’nin son 30-35 yıllık tarihi, demokratik hakların kullanılması, yurttaşlık haklarına sahip çıkılması, anayasadan kaynaklı hakların savunulmasında ulaşılan toplantı ve gösterilerin düzeyi ve yarattığı kültür, il genelinde kazanılmış olan saygınlık, toplumun da saygısını kazanacak bir biçime kavuşmuş olması bilinen bir gerçekliktir… Bugüne değin yapılan tüm toplantı ve gösteriler, gösteri yapan kitlelerin, öz denetimleri, kentin sosyo-politik değerlerine gösterilen dikkat, haklarını kullanırken başkalarını rahatsız etmeme çizgisi cümle alemin bildiği bir gerçekliktir. En başta da ilin güvenliğinden sorumlu olan makamların bildiği ve hatta çoğu kez bunu açıkça ifade ettiği bir durumdur…

 

Kaldı ki, ortada basit bir gerçeklik var. Kazdağları’nda yuvalanmış ruhsatsız şirkete, ki bir yıla yakın bir süredir ruhsatsız olarak o toprakları işgal etmektedir, bugüne değin bir Allahın kulu, bir yetkili; “burada sizin işiniz ne bay Alamos Gold yetkilileri?” diye tek bir laf etmemişlerdir, ya da Çanakkale halkının bundan haberi mi olmamıştır!?

 

Şimdi bir kez daha soruyoruz; Ruhsatsız Alamos Gold şirketi, bir yıla yakın bir süredir orada ne için bekliyor/bekletiliyor!?

 

Evet, bir karar yasal olabilir, bir yasal yetki kullanılmış olabilir, ancak alınmış olan kararların meşru olması yasal olmasından çok daha önemlidir!... An gelir yasalar, yasal mevzuatlar değişir, ki sayısız kez bu değişimin örneklerine tanıtlık etmişizdir. Ama, bir şeyin meşruluğu, meşruiyeti birinciden çok daha kalıcıdır…

 

Şimdi bütün bu açıklamalardan sonra, bir şeyi daha söyleyelim; bir ülkenin, bir bölgenin, bir coğrafyanın kendi geleceğine, kendi geleceğini sağlayacak olan nesnel değerlere; havasına, suyuna, toprağına, ormanına, ağacına ve bütün canlı dokusuna, yani hayatına sahip çıkma, onu savunma, onun için mücadele etme hakkından ve bu hakları düzenleyen tüm ulusal ve uluslararası değerlerden daha önemli ne olabilir!?

 

Kendi geleceğini savunmak, dünün değerlerini korumak, onu bugünün üzerinden yarına, yarının kuşaklarına, insanlığına aktarmak görevinden daha değerli ne olabilir!? Hangi karar bu değerlerden daha bağlayıcıdır!?

 

Ama ille de bir şey söylememiz isteniyorsa, tarih; haklarını, coğrafyalarını, geleceklerini savunanların, savunmak isteyenlerin, yurtseverlerin ödedikleri bedellerin sayfalarıyla anlam kazanmıştır.

 

Evet, biliyoruz… Kimilerinin vicdanları suların altında kalmıştır… Rüzgarın vurduğu dalgalar, vicdanları görünmez kılmıştır… Geçtiğimiz Ağustos’ta, “kendilerini”, kendi organizasyonlarını, kendi dilleriyle, kendi kararları ile hükümsüz kılmışlardır. Ve sonra bu hükümsüzlüğün etkinsizliğini bir karar olarak genelleştirmenin, herkesin “hükmüne” dönüştürmenin gafletine düşmüşlerdir… Geçerken, sağından solundan mırıldanarak, direnişsizliği öğütlediklerine, zayıf düşürme düşlemelerine tanıklık edilmiştir… Varsın olsun!?

 

Biz, birinci yılını dolduran İda Dağları Direnişini, Troya coğrafyasının bize bıraktığı miras ve gelecek adına, İda’nın bin pınarları adına, o pınarların aziz olan suları adına ve Homeros’un insanlığa bıraktıkları adına ve bu kentin geleceği adına ve bu değerlerden esinlenecek olan çocukları adına, hayat adına saygı ile selamlıyoruz…

 

Bütün bu söylediklerimiz üzerinden, Golf Bahçesi önünde, Kazdağları savunucularının gözaltına alınma görüntülerini, Çanakkale’nin değerlerine, Çanakkale’nin demokratik hakları kullanma kültürüne, yaratılan demokratik eylem biçimlerine ve toplamı üzerinden bu demokratik kültürü tahrip eden bir müdahale biçimi olduğunu ve “Barışın Kenti” diye tanımlanan Çanakkale’ye yakışmadığını söylemeden geçemeyiz…