havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

NEDEN DOLANDIRILIYORUZ?

Son yıllarda, sıklıkla telefon dolandırıcılığı haberleri ile karşılaşıyoruz. Banka hesaplarını boşaltıp dolandırıcılara teslim edenlerden tutun, evini satıp, kredi çekip, evdeki ziynet eşyalarını torbalara doldurup; tanımadıkları, bilmedikleri insanlara sunan sayısız dolandırılmış yurttaş hikayesi...

545

 

 

 

  Dolandırılanların bir çoğu okumuş-yazmış, eğitimli insanlar...Bir süre önce manşetlere taşınan bir ceza hukuku profesörünün 4,5 milyonunu dolandırıcılara kaptırdığının hikayesini duymuşsunuzdur. Hatta Canan Karatay, polislerin dikkati sayesinde mağdur olmaktan kurtulmuştu. En son dinlediğim haber ise altmış yaşlarında bir kadının Kadıköy’deki 800 bin liralık evini 400 bin liraya satıp parayı dolandırıcılara kaptırmasına dairdi. Dolandırılanların içerisinde hakimlerin, emekli subayların ve yine bürokratların olduğu iddiaları bile var!...

 

  Bir çok insanın ‘’karizma çizilmesin’’ diye dolandırıldığını açıklamadığı söyleniyor. Hatta, emniyetin telefon mesajları ile uyarmasına rağmen nasıl oluyor da onca dolandırıcılık hikayesi gerçekleşiyor.

 

  Peki, neden dolandırılıyoruz? Ya da soruyu şöyle soralım; Dolandırılanlar aptal mı,korkak insan mı? Elbette hayır. Örneğin bir ceza hukukçusu profesöre aptal diyebilir miyiz? Veya diğer tüm dolandırılan isimlere? Elbette hayır. Hiçbirisi aptal değil. Peki, o halde haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla çoğu okumuş-yazmış bu insanların, hem de telefonla dolandırıcıların tuzağına düşmelerinin sebebi ne olabilir? Onca dolandırıcılık hikayesinin arkasında yatan başka bir gerçeklik, daha derin bir gerçeklik olamaz mı?

 

  Dolandırıcıların basit bir yöntemi var; (Kendi hikayemden biliyorum.) Telefonunuzu arayan ve güvenlik görevlisi olduğunu söyleyen bir ses, yanında savcı olduğunu da ilave ediyor konuşmasına. ‘’Terör örgütleri banka hesaplarınıza ulaşmışlardır’’ gibi bir argümanı kullanarak paranızı devlet güvenceye alacak. Bu kadar basit ve sade bir söyleme bunca insan neden inanır? Evini, parasını, ziynet eşyalarını dolandırıcılara teslim eder. İlginç değil mi?

 

  Burada, daha doğrusu bu ilişkide yani dolandıranla dolandırılan arasındaki ilişkide daha derin bir belirleyen kültürün ve inancın olduğunu söylemek mümkün.

 

  Dolandırılan kişi parasını devletin güvencesine verdiğini düşünerek dolandırılıyor. Çoğu kez ve çoğu ilişkide ‘’devlet’’ dendi mi akan sular durur.

 

  Eğer bir ülkede yurttaşla devlet arasındaki ilişki, hukuka dayalı bir ilişki kültürüne ulaşmamışsa, gelenekselleşmemişse, egemen kılınmamışsa ve yine yurttaşlık bilinci, hukuk bilinci, demokrasi bilinci, birey-devlet ilişkilerinde yerleşik ve tüm davranışları belirleyen bir kültüre dönüşmemişse, belirleyici olan korkma ve tapınma duygusu olur.

 

  Örneklere baktığımızda, arayan devlet adına aradığını söylüyor ve yurttaşı terörden- teröristten koruyacağını ifade ediyor.

 

  Yaratılan aynı zamanda güncel bir korkunun, terörist korkusunun kullanılmasıdır.

 

  Demokratikleşmemiş bir ülkede elbette hukuk, haklar ve sorumluluklar bilinci yurttaşlar tarafından içselleştirilemez ve bağlı olarak yöneten-yönetilen ilişki arızalarla ve başkaca korku argümanları, kimi kez tapınma derecesinde güven argümanları üzerinden ilerler.

 

  Küçük bir hatırlatma yapalım: Müstafi Başbakan Davutoğlu bir konuşmasında ‘’ Devlet ,bu güne kadar şefkatini gösterdi şimdi kudretini gösterecek.’’. Bu sözün yalnızca bir ajitasyon değeri olabilir. Oysa yurttaşla devlet ilişkisi ne bir ‘’şefkat’’ ilişkisidir ne de bir ‘’ kudret’’ gösterme ilişkisidir. Yurttaşla devlet ilişkisi geniş anlamda bir hukuk daha dar anlamda bir anayasa ekseni üzerinden gerçekleşmesi gereken bir ilişkidir.

 

  Bizde ise ve özellikle son on yıllarda devlet-toplum, devlet-yurttaş ilişkisi korku (kudret) üzerinden şekillendirilmektedir. Toplumsal psikoloji, yurttaşın devlete bakışı ; tam da yaratılmış olan bu korku iklimi üzerinden şekillenmektedir.

 

  Eleştirinin yasaklandığı, yönetim erkinin sorulup sorgulandığı suç sayılan bir ülkede; bir yöneten-yönetilen ilişkisi içerisinde elbette yurttaşın uyanıklığı asgariye inmektedir.

 

  Aksi durumda bir ceza hukuku profesörünün dolandırıcıya bir servet kaptırmasını nasıl izah edebiliriz?!...

 

  Özetle; sosyal psikolojinin ‘’teröre karşı mücadele’’ söylemlerinin şekillendirdiği yurttaş davranışları dolandırıcılar için elverişli koşulları sunmaktadır.

 

  Türkiye’nin bir dolandırıcılık cenneti haline gelmiş- getirilmiş olması, devlet-yurttaş, yöneten-yönetilen ilişkisinden, yönetme-yönetilme kültüründen, verili toplumsal iklimden, sosyal psikolojiden bağımsız olarak gerçekleşen bir ‘’aptallar’’, ‘’uyanıklar’’ ilişkisine indirgenemez.