havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Provokasyon iklimi yaratma çabaları...

"Yeni normal" konusuna veya tanımlamasına daha sonra değinmek üzere; son günlerin, gelişmelerini kısaca bir irdelemekte yarar var sanıyorum...

5026

 

 

 

Birçok alanda, sıkça değinilip üzerinde durulduğu gibi; tehditler, ölüm listeleri, küfürler, gözaltılar…falan derken, geldik cami hoparlöründen Cav Bella provokasyonuna…

 

Düşündüm, böylesi bir densizliği, hatta densizlikten daha fazlasını, kim yapabilir!? Aklıma gelen çevrelerin, grupların, hiçbirisinin din ve kutsal sayılan kurumlarla olan ilişkileri açısından bakıldığında, değerlendirmeleri bu noktadan yaptığımızda, bu “eylem” ile bir ilişkisinin olamayacağı kanımız güçlendi…

 

Tek kelime ile bu eylem, bir provokasyondur…

 

Provokasyonlarla ilgili genel kural açısından; yani, provokatif eylemin sonuçlarından, kimin veya kimlerin yararlandığı noktasından bakıldığında da söz konusu çevrelerin yapmayacağı rasyonalitenin gereği olarak karşımıza çıkıyor. Birilerinin, bilinçli ya da “bilinçsizce” fazla hesap-kitap yapmadan da, ya da hesap-kitap yapmış olması sonucu böyle bir işe kalkışması, bu eylemin provokatif niteliğini ve/veya provokasyon iklimi yaratma çabasında olanlara malzeme sunmuş olması gerçeğini değiştirmiyor…

 

Ne demek istiyoruz!?

 

Özellikle son aylarda/günlerde, toplumun belirli bir kesimini provoke etmek, tehdit, hakaret ve aşağılamalarla ajite ederek, bir kargaşanın ve toplumsal hareketlenmenin hedeflendiğini ve asıl çelişki ve sorunların perdelenmek istendiğini söylemek veya meseleyi böyle ele almak abartı sayılmamalıdır…  Yalnızca toplumsal hareketlenmenin gerçekleştirilmesini sağlamak değil(!), toplumsal hareketlenme ihtimalini bir tehdit olarak; eleştirel çevreleri ve kesimleri korkutma ve sindirmenin, etkisiz kılmanın bir aracı olarak da kullanıldığını söylemeliyiz…

 

Kaldı ki bu tutum, (bu provokatif örneklemeler) yasaların ve hukukun, hatta siz buna “Anayasalcılık” da diyebilirsiniz, artık “biçimsel eşitliğin” bir gerçekleşme/gerçekleştirilme alanı olarak değerlendirilmesinden bile çoktan vazgeçildiğinin yaşandığı koşullarda, sıraladığımız eylemlerin, bir provokasyon iklimi yaratma etkinliğinin, genişleyip derinleştirilme olanaklarına veya hedeflenen olanaklarına katkı yapmadığını söyleyemeyiz…

 

Bu perspektifle yaklaşıldığında, özellikle İzmir’in seçilmiş olması ve yine özellikle belediye başkanının seçimlerde kullandığı bir parçanın (Çav Bella) bazı cami hoparlörlerinden korsan bir biçimde yayınlanmış olması, rastlantıların bir sonucu veya basit bir saygısızlık, bir densizlik, bir aptallık ve/veya benzeri nitelemelerle izah edilemez!... Bu, özellikle provokasyon iklimi ürütme çabalarına doğrudan veya dolaylı bir lojistik sunma kapsamına girer… Bu korsan, bu provokatif saygısızlığın faillerinin açığa çıkarılması, bir ilk adım olarak beklenmekte ve yararlı olacağı düşünülebilir…

 

Ve diğer gözaltılar, bu olay üzerinden yapılan söylemlerin tümü, özellikle de herkesin eve kapandığı koşullarda, belirsizliği derinleştirmekten ve bir provokasyon ikliminin tehlikesine hizmet etmekten öteye bir anlam taşımaz…

 

Buradan dönersek “yeni normal”e, yani corona sonrası normaline(!)… Şimdi, sanıyorum bir yazımızda yine değinmiştik; elbette corona sonrasında, ortaya çıkacak verili durumu, en genel ifadesiyle söylersek sömürüyü, karlarına kar katmayı, bu “yeni durum”u fırsata çevirmeyi; ekonomik ve siyasi kazanç ve iktidarlarını pekiştirmeyi, hedefleyen çevre ve güç merkezleri olacaktır, bunun ipuçlarını şimdiden görmekteyiz… Hatta “ipuçları” ifadesi yetmez, olgunun “kendisini” görmekteyiz…

 

Peki, nedir bu “Yeni normal”!? Piyasaya sürülen, bir kadermiş gibi toplumların önüne koyulan bu “yeni normal” nedir!?

 

Hani “söz meclisten dışarı” diyelim, ki bence bir hayvan sever olarak buna gerek yok, “eşeğini boyayıp babasına satmak” diyebileceğimiz bir yanılsama yaratmak mı!? Ya da bir abrakadabra mı!? Çürümüş, kokuşmuş, elle tutulur yanı kalmamış, sefaleti, yoksulluğu, hastalıkları ve virüsleri üreten kapitalist emperyalist sistemin, o iflah olmaz hastalıklarını, insanlığa, özellikle emekçi halklara, “yeni normal” diye pazarlama isteğinin, onu kader gösterme çabalarının ön sözlerini ve söylemlerini, şimdiden duymuş olmayalım sakın!... Sakın bir pazarlamacı taktiğini bize yutturmaya kalkışmış olmasınlar!?

 

Aslında, bilinen tek gerçeklik, kapitalist-emperyalist sistemin çelişkilerinin, iflah olmaz noktaya geldiği gerçeğidir… Bu gerçekliği ve özellikle coronanın da derinleştirdiği krizi ve ortaya çıkan sorunları, bir belirsizlik üreterek, bir “yeni normal” diye ortaya atıp, siyasi gericiliği yoğunlaştırma ve siyasi gericiliğin yeni kurumlarını yaratma, eskilerini pekiştirme ve olası talepleri, halkların birliğini, birleşmesini, yeni bir dünyaya ve sisteme yönelmelerini ve yönelimlerini engellemenin aracına dönüştürmek ve var olan araçları pekiştirmek…

                                                                                                                                           

Şimdi, yukarıda sıraladığımız provokasyon iklimi, ancak normları belirsiz bir siyasal, toplumsal sistemde, bir hukuksal sistemde zemin genişletebilir… Bu nedenle de provokasyon iklimine ihtiyaç duyan güç merkezleri, belirsizliği genişletip derinleştirecek bütün olanaklardan yararlanırlar… Corona günlerinin ve sonrasının, kaygı üreten ilişkileri ve duyguları, korkuları, provokatif eylemlerin toplumsal alana etki etmesine, duygulara yerleşmesine katkı yapacağını söyleyebiliriz…

 

Yani, coronanın yarattığı duygusal iklim, corona sonrasının “yeni normal” diye piyasaya sürülen belirsizliği ve bu belirsizliğin korku iklimine zemin hazırladığı ve yaratılan provokatif eylemlerin hedeflediği, siyasal korku iklimi ile de buluşup kesiştiğinde, nelerin hedeflendiğini ve gerçekleştirilmek istendiğini ve yine toplumlara, özellikle de emekçi halklara nasıl bir gelecek sunulmak istendiğini anlamak zor olmasa gerek!...

 

Sonuç olarak, bütün gelişmeleri ve ilişkileri, bir futbol maçı örneklemesi ile anlatırsak; Egemen siyaset, kendisinden olmayan, kendisinden görmediği ve eleştirel olana; kuralları, normları olmayan, hakemin ve seyircinin kendisi tarafından belirlendiği, kendi takımının sahada kaç kişi olacağını da kendisinin belirlediği, sıralanan rakipler üzerine faulün serbest olduğu, kırmızı kartın yalnızca söz konusu olan taraflara uygulandığı bir tam saha pres uygulamaktadır…

 

Bu gelişmeler ve ilişkiler gözetildiği için, son günlerin ve ayların olaylarını bir provokasyon iklimi yaratma çabası olarak değerlendirmekteyiz… Bunun için de belirsizliğe, belirsiz ortamlara her zamankinden fazla ihtiyaç duyulmaktadır…

 

Son cümlemiz; ne provokasyonlar, ne provokasyon iklimleri, önlenemez kaderler değildir… Bugüne değin genellikle durumun analizi yapılmıştır, çözümlemesi yapılmıştır, eksik olan provokasyon iklimi yaratmak isteyenlere karşı, ortak bir mücadelenin, bir kitlesel mücadelenin örgütlenip maddi bir güce dönüştürülmemesidir… Ancak, provokasyonların toplumların hayatını belirlemesi, özellikle yığınların örgütlü, programlı, demokratik eylemleri ile önlenebilir... Önümüzde duran ihtiyaç tam da bu noktadır…