DOLAR 32.3364 %0.10
EURO 35.1889 %0.03
G.ALTIN 2244.2008 %0.03
BITCOIN 64826.0208 %-3.76
ETHERIUM 3371.8059 %-3.85
havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Referandum süreci ve Bülent Kalpakçıoğlu

Nihayet referandum sürecine girdik. Herkes, kendi cephesinden, kendi argümanlarıyla düşüncelerini, görüşlerini ifade ediyor/edecek.

5888

 Kimileri, örneğin AKP Bolu İl Başkanı gibi daha hızlı olanlar, "Ya masaya elimizi vuracağız ya da bir 90 yıl daha sürünmeye devam edeceğiz” diyor. Farklı zeminlerde, farklı tarihsel koşullarda bu sözü birisi söylemiş olsa, İhtilalcı bir adam zannedersin, herhalde kapitalizm ile cepheden hesaplaşmak isteyen bir radikal solcu, hatta anarşist diyebilirsin. Ama bugün söylendiğinde besbelli ki, cumhuriyete ve laikliğe, eksiği ile gediği ile demokrasi kırıntılarına ve cumhuriyetin simgelerine ve ritüellerine cepheden karşı çıktığını anlıyorsunuz.

 

Daha fazla örneklendirmelere gerek yok. Sonuç olarak Nisan ortaları gibi sandık başına gidilecek. Bu referandum, yakın tarih olarak Türkiye’nin 10-15 yılının belirlenecek, sonuçlar doğuracak bir referandum olacaktır.

 

Şimdi yapılması gereken, tüm yurttaşların sorumluluğunda olan ödevler neler olabilir diye sorduğumuzda, öncelikle demokrasi ve özgürlüklerin hayatın tüm alanında gerçekleşmesini, kazanılmasını isteyenler açısından; umutlu olmak… İkincisi mutlak surette sandık başına gitmek… Birleştirici bir dil kullanmak, özellikle emekçileri kazanmaya, birleştirmeye ve geleceklerine sahip çıkmaya ve yine emekçiler arasında yaratılmak istenen bölünmelerin Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükler açısından, emeğin hakları açısından hangi olumsuz sonuçlara işaret edeceğini dost bir dille ortaya koyabilmek olmalıdır.

 

Elbette, OHAL koşullarında bir referanduma gitmek anlaşılabilir, demokrasi ve demokratik değerler açısından kendi içinde pratik olmasa bile toplumsal psikoloji açısından önemli bir problem üretmektedir. Ayrıca yaşanılan kimi olumsuz örnekler, OHAL ile birleştiğinde bir korku iklimi üretme potansiyeli taşıdığı gerçeğini de akıllara getirmektedir. Ancak, tüm olumsuzluklara karşın yurttaşlık görevlerinden vazgeçmemenin, ülkenin bugünü açısından olduğu gibi geleceği açısından da, geleceğinin yöneten-yönetilen ilişkilerinin şekillenişi, demokratik değerlerin hayata geçirilip-geçirilememesi açısından da tarihsel bir öneme sahip olduğu asla unutulmamalıdır.

 

Sonuç olarak elbette ‘evet’ ve ‘hayır’ eksenli bir tartışma kaçınılmaz görünmektedir. Ancak, bu tartışmaların çatışmalara, düşmanlıklara ve hatta geleceğe taşınmasına izin vermemek sürecin diğer önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Bu konuda elbette tartışmalara devam edeceğiz, görüşlerimizi bir yurttaş olarak açıklamaya devam edeceğiz. Hakaret etmeden, küfür dili kullanmadan, tartışacağız.

 

Biliyoruz ki ve bugüne değin özellikle geçmişe yönelik kullanılan dil ve toplumun örnek saydığı şahsiyetlerin kullandıkları dil, birbirleri hakkında söyledikleri sözler, kültürel, entelektüel, politik düzeyin göstergesi olduğu kadar, toplumsal ilişkilerin tahribatına yol açması bakımından da dikkat edilmesi gereken başka bir yön olagelmiştir.

 

Şimdilik, bu bölümü burada noktalayarak bize umut veren, insan sıcaklığını, insan duyarlılığını yansıtan, hatta bugünlerde bireyselleşmenin, bencilliğin, kendini kurtarıcılığın pompalandığı bir kültürel ortamda bize umut veren ve eminim bir çoğunuzun bildiği bir olayı bir kez de bu köşeden aktaralım…

 

Bülent Kalpakçıoğlu. Bu adı hiç duymuş muydunuz daha önce? Hayır. Yakın çevresinin ve arkadaşlarının dışında hiçbirimiz onun adını bilmiyorduk. Sıradan bir emekçi, bir belediye işçisi. Kar yağmış, hava buz gibi. Bülent bey, yürüdüğü yolda bir apartmanın önüne doğru bakıyor, sonra apartmana yöneliyor. Karların içerisinde yatan bir köpeğin başında duruyor, bakıyor, montunu çıkarıyor, köpeğin üzerine örtüyor, sonra dönüyor, geldiği gibi gidiyor. Sade, gösterişsiz, sıradan adımlarla uzaklaşıyor.  Ve bir gün, köpeğin önünde yattığı apartmanın yönetimi, başka nedenlerle kameraları izlerken, bu görüntüye takılıyor. Ve görüntü önce sosyal medyada paylaşılıyor. Sonra, Bülent bey, Giresun Belediyesi tarafından ödüllendiriliyor ve kendisi bir mont ile ödüllendiriliyor.

 

Evet, bu davranış, insana olan umudumuzu, güçlendiren bir davranış oldu. İki çocuk babası, olduğu söylenen bir işçinin bu davranışı, sade, sıradan gösterişsiz davranışı; bunun vicdanı, ahlakı, insanı büyüklüğü ve değeri, banka cüzdanlarıyla, dolar kasalarıyla, ulaşılamayacak, satın alınamayacak bir yüceliktir. Gerçek insana dair bir yücelik… Ve umut veren bir yücelik…

 

Özellikle bireyciliğin, kıskançlığın, bencilliğin, giderek toplumu sarıp sarmalayan bir tehdit olarak yaygınlaştırılmak istendiği çağımızda örnek olsun.

 

Bana “Sevgi üzerine bir yazı yazar mısın?” diyen arkadaşlara Bülent Kalpakçıoğlu’nun bir davranışını anlamalarını önerebilirim. Sevgiyi anlatabilecek, örnekleyebilecek, daha iyi bir yazıyı asla yazamazdım!...