havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

SAVAŞLAR VE İNSAN HAKLARI

1569
Savaş çığlıklarının, çığırtkanlıklarının, insan hakları değerleri ve kavramları ile birlikte tartışıldığı, tartışılacağı günleri yaşıyoruz. Bu tarihsel örtüşme, tarihsel rastlantı aslında bir tarihsel paradoksa işaret etmektedir.
Neden yaşadığımız durumu tarihsel paradoks olarak değerlendiriyoruz. En basit ve yalın anlatımı ile söylersek, savaşlar; insan hakları ihlallerinin en yoğun, en kapsamlı ve en pervasızca yaşandığı dönemler ve durumlardır. Başta yaşam hakkı olmak üzere bugüne değin kristalize olmuş, değer haline yükselmiş, ilkeselleşmiş ve öncelikle BM ve diğer tüm ilgili uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından kabul edilmiş insan hakları kategorileri ihlal edilmekte, çiğnenmekte ve yok sayılmaktadır.
İşte tam da bu nedenlerledir ki; savaşlarla insan hakları değerleri asla bir arada düşünülemez, birlikte değerlendirilemez.
Bugün yaşanan verili durumda, özellikle Suriye merkezli bir savaş çığırtkanlığı ve hatta bir yakın tehdit ve tehlike olarak savaş konuşuluyor, tartışılıyor. ABD başta olmak üzere batılı emperyalistler ve Türkiye, Süriye’ye Beşar Esad yönetimini kimyasal silah kullandığı ve halkını katlettiği  gerekçesini kullanarak bir müdahalenin hesaplarını yapmakta, yönetimi devirmenin planlarını tartışmaktadırlar.
Süriye’ye demokrasi getireceklermiş, Suriye halkını zalim Esad yönetiminden kurtaracaklarmış...
Tıplı Irak halkını, Afganistan halkını, Libya halkını kurtardıkları (!) gibi...
Anlatılan masal böyle. Bu masalı anlatanlar, bu masala inanmamızı isteyenler yalnızca hükümetler, hükümet sözcüleri değil elbette... Medya çoğunluğunun savaş uzmanı karargahları, komuta merkezleri, halkları  savaşa hazırlamak için yırtınıp duruyorlar.
Bu yazıda müdahalenin Süriye’de yaratacağı sonuçlar üzerinde bir tartışma yapmak bana gereksiz görünüyor. Konu veya olası bir savaş yeterli sayıda zaten tartışıldı. Benim paylaşmak istediğim; savaşın ya da savaş anının, savaş öncesi politikalarla, söylemlerle birlikte değerlendirilmesidir.
Bir kez daha hatırlatmalıyım; Prusyalı General Clausewitz, “ savaş politikanın şiddet araçlarıyla devamıdır.” der. Bu değerlendirme, savaşlarla politika arasındaki ilişkiyi en özlü biçimde ifade eden bir değerlendirmedir.
Buradan baktığımızda, Prusyalı Generalin perspektifi ile konuya yaklaştığımızda; Suriye’ye bir askeri müdahale düşünen devletlerin, hangi politikaların devamı olarak Suriye’ye müdahale etmek istediklerini biraz daha yakından görebiliriz.
Gerçekten mesele Suriye halkını kurtarmak meselesi midir? Eğer Irak, Afganistan ve Libya örneklerini düşünürsek, Suriye halkını, bir savaş sonrası düşeceği durumu aşağı yukarı kestirebiliriz.
Tekrar savaş öncesi egemen politikalarla ilgili birkaç söz söylersek, savaşı meşru ve haklı gösterme propagandalarının kendi içlerinde nasıl çeliştiğini, gerçekleri nasıl perdelediğini, ileri sürdükleri argümanların kofluğunu görebiliriz.
Savaşın ve öncesinin en tehlikeli yönlerinden birisi; savaşta atılacak bombalardan ve mermilerden daha çok yalan bombalarının atıldığını, yalan saldırılarının yapıldığını, en öncede gerçeklerin katledildiğini görebiliriz.
İşte şimdi, tam da bugünlerde; savaş merkezlerinin yalan bombalarını birer birer ve pervasızca kullandığına tanık olabilirsiniz.
Bugün savaş öncesi politikaları etkisizleştirecek, savaş merkezlerinin yalan bombalarını geçersiz kılacak tek güç; halkaların bilinçli, örgütlü bir biçimde demokratik taleplerini, halkların kardeşliğini ve tüm insan hakları değerlerini sonuna kadar kararlılıkla savunmasından geçmektedir.
Bırakalım, “değerli yalnızlık” diye avunanlar-övünenler, timsah gözyaşlarını dökenler istedikleri kadar övünsünler ve kendi mendillerini ıslatmaya devam etsinler.
Halklar tarihsel tecrübeleri ile biliyorlar ki, savaşlar; coğrafyalara, ülkelere, insanlara, yaşadıkları anlara ve geleceklerine sonsuz ve sayısız tahribatlar yapmakta, hayata ve insanlığa dair her türlü değerleri yok etmektedir.