havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Sorun nerede?

1414
              Ülkemizde her yeni toplumsal gelişme, farklılaşma, kitlesel eleştirel tutum Türkiye’yi yönetenlerin yalnızca politik söylem ve tutumlarını değil; yönetme mantıklarını, demokratik ve hukuk normlarına olan saygılarını değil, toplumsal ilişki kültürlerini de yeniden ve yeniden açığa çıkarıyor, gözler önüne seriyor. Bir örnek olsun diye İstanbul’un 2020 Olimpiyat adaylığı sonrasındaki Bakan Suat Kılıç ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in sosyal medyadaki mesajlarını bir kez daha hatırlayalım.
                Bakan Kılıç, daha Türkiye’ye gelmeden mesajını iletiyor; “kına yaksınlar” diyor. Melih Gökçek durur mu; “kanka, zamanında bunlara fena koymuşsun!” Kim kına yaksın!? Ve o Suat Kılıç, Yüksel Yalova tarzı; mekanik, sıcaklıktan yoksun, konuşma tarzı ile “zamanında kime fena koymuş”!... Melih Gökçek açıklasa da anlasak. Hani ben Melih Gökçek için ODTÜ düşmanlığının arkasında Gökçekvari bir neden aramıyorum. Bu söylemleri kendilerine yakıştıramadım diyeceğim ama besbelli ki mesaj sahipleri bu üslubu kendilerine yakıştırıyorlar. Hayırlı olsun!... Ancak ne İslami referanslar ne demokratik değerler ne de hukuk; küfür ve hakareti, aşağılamayı öneriyor. Bu kişilerin ve yöneticilerin yaşama ve yönetme kültürü ile ilgili bir durumdur. Biz bundan ancak böyle bir sonuç çıkarabiliriz.
                Hani diyeceğim Olimpiyatların “küfür ve hakaret” gibi yarışma dalları olsa; bizimkiler bu dallarda yarışmaya heves ediyorlar. Eh, öylede değil. O halde durumu bir cümle ile özetlersek; bu OLİMPİK DÜZEYtamSİZLİK!...
                Sokaklar yeniden hareketlendi. Başbakan, bildik ve tanıdık söylemlerine devam ediyor. Genç ölümlerde öyle!... En son Ahmet Atakan yaşamını yitirdi. Resmi açıklamalara göre “damdan uçmuş”. (Metin Göktepe’nin ölümü için “yüksekten düşmüş”, Ali İsmail Korkmaz için de “arkadaşları dövmüş” denilmişti.) Neyse ki başına göktaşı çarpmış demediler. Başbakan hukuk içerisinde kalınarak yapılacak/yapılan eylemlere müdahale edilmediğini söylüyor. Elbette doğru!... Ancak küçük bir sorun var; birincisi eylemlerin hukukiliğini kim belirliyor, ikincisi de güvenlik güçlerini ve ülkeyi yönetenleri bağlayan bir hukuk ortalarda görünmüyor!... Hedef gösterilerek gözü çıkarılanlar, gaz fişekleri ile nişan alınarak öldürülenler, linç edilenler!... Anlaşılıyor ki hukuk kapsamına girmiyor. Bu ölen/öldürülen, gözü çıkarılan, komaya sokulan gençlerin cebinde Suriye veya Mısır kimliği olsaydı; belki Başbakan Erdoğan o zaman hukuku hatırlar, gereği için yargıya talimat verebilirdi!... Esma’ya döktüğü gözyaşları kadar olmasa da, gözleri birazcık nemlenirdi!...
                Yani özetle söylemek gerekirse; yapılan toplumsal gösterilere, protestolara ve tüm eylem ve etkinliklere karşı hükümetin ve hükümetle aynı çizgide hareket eden çevrelerin bir tahammülsüzlüğü ve öfkeleri gözlemlenebiliyor, ortaya çıkıyor diyebiliriz. Peki, neden diye sorduğumuzda benim görebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla bir bütün olarak; Türkiye toplumunun büyük bir çoğunluğu çok hızlı biçimde yurttaşlık bilincine, demokrasi bilincine, kendi yaşamını ilgilendiren sorunlara karşı en anlaşılır ifade ile eleştiri hakkını, çeşitli biçimlerle göstermek istiyor. Bugünü ve geleceği ile ilgili alınan kararlara katılmak, düşünce ve taleplerini yönetici erke söylemek istiyor. Anayasal ve demokratik haklarını kullanmak istiyor. Ve nihayet gerçek anlamda yurttaş olma bilincinin ve kimliğinin ciddiye alınmasını, tepkilerinin anlaşılmasını ve bu tepkilerin ortaya konuş biçimlerinin hükümetler tarafından doğru tanımlanmasını istiyor. Ve saygının; yalnızca yönetenlere karşı değil, yönetilenlere karşı da ortaya konulmasını istiyor. Buna karşılık ülkeyi yönetenler ve çeşitli kademelerdeki yöneticiler; yönetim biçimlerine esas olan ideolojik, politik ve dinsel referanslar gereği ve bu referansların toplamının oluşturduğu yönetme paradigması gereği, toplumun yukarıdan gelen her şeye “evet” demesini, “kul” olmasını; tepkilerini ise yalnızca dört, beş yılda bir önlerine koyulacak olan sandıkta göstermesini istiyor ve bekliyor.
                Toplumda yaşanan tüm çatışmaların ve gerginliklerin derinliklerinde yatan; sanıyorum ki bu mantık uyuşmazlığı, mantık çelişkisidir!...
                Sandık; demokrasilerde yalnızca bir araçtır. Demokrasinin kendisi değildir. Aslında bir ülkenin ve o ülkeyi yönetenlerin demokrasi değerleri ve normları ile hangi ölçülerde örtüştüğü sandıkların kaldırıldığı gün başlar. Sandıkların ortada olmadığı dönemlerde açığa çıkar ve gözlemlenebilir.
                Sonuç olarak; her sokak eylemini, her toplumsal tepkiyi “darbecilik”, “darbeye çağrı” olarak değerlendiren bir yönetme anlayışı Türkiye gerçeklerini doğru tanımlayamadığı gibi, gelişen toplumsal yurttaşlık ve demokrasi bilincini doğru değerlendiremedi gibi, bir yanlışın içerisine sürüklendiği kadar ve hatta daha da önemlisi hükümetin demokrasi anlayışını da giderek daha fazla sorgulanır hale getiriyor.
                Şapkalarımızı önümüze koyup, özenli bir anlayışla içinde yaşadığımız gelişmeleri yeniden gözden geçirmemiz gereken günleri yaşıyoruz. Sorun tam da bu noktada başlıyor!...