havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

TARİHLE GERÇEK YÜZLEŞMEYİ KİMLER YAPABİLİR!?

1216
      Dersim’37 olaylarını tartışıyoruz… Tartışmanın fitilini Başbakan Davutoğlu ateşledi. ‘Dersimlilerden özür dilemek!’,’tarihle yüzleşmek!’,’geçmişle yüzleşmek!...’ tartışmalar aldı başını gidiyor… Eksen genişleyerek; Osmanlıdan Cumhuriyet yönetimine ‘Alevi sorunu’,’Kürt sorunu’ bağlamını da içerecek şekilde genişleyip-derinleşti.
     Akla şu soru geliyor; Davutoğlu, neden şimdi böyle bir tartışmayı başlattı. O, tek parti yönetiminin kapsamının ve içerdiği egemen, yönetsel güçlerin üzerinden atlayarak özür dileme sorumluluğunu CHP’nin sorumluluğuna havale etme mantığını sergilemekten kaçınmamış görünüyor.
     Bu mantık, yalnızca bir seçim taktiği CHP’yi sıkıştırma ve bunun üzerinden yeni bir bölünme ile kendi saflarını sıklaştırma ve bağlı olarak hükümetinin sıkıştığı güncel problemlerin basıncından kurtularak temiz hava(!) alma ihtiyacı olarak yorumlanabilir.
     Davutoğlu ortaya bir fikir atar da medya erbabı boş durur mu(!)… Onlar da köşelerinde konuyu genişleterek Alevilerin, bugüne kadar nasıl ‘kullanıldığını’ yazmazlar mı(!)… Çünkü alışmışlar yaptıkları, yazdıkları her şeyin karşılığını almaya…
     Kimler, hangi hükümetler gerçekten ve gerçek anlamda tarihle, tarihte yaşanmış utanç verici olaylarla, niçin ve nasıl yüzleşirler. Burada söylemek istediğimiz şey, öz ve biçime başka bir anlatımla amaç ve yönteme ilişkin yöndür.
     Eğer tarihi belirli bir noktada dondurup, durdurmuyorsak; toplumsal hayatın ve aynı zamanda toplumsal ilerleyişin dün, bugün, yarın ilişkilerini, amaçlarını, projelerini ve hatta hayallerini aynı ilintili düzlem üzerinde ele almıyorsak, geçmişe dair söylemlerimiz, politikanın güncel, basit, kaba bir taktiğinden öteye geçemez.
     Eğer gerçekten tarihle yüzleşeceksek; yalnızca Dersim ’37 ile değil. Maraş ve Sivas katliamlarıyla, Çorum ve Gazi olaylarıyla, Cumartesi annelerinin dinmeyen acılarıyla, 12 Eylülle, faili meçhul cinayetlerle, Kontrgerillayla, Jitemle, Roboski’yle, Gezi katliamlarıyla,Kobane direnişi üzerinden gerçekleştirilen ölümlerle; açık, şeffaf, tutarlı bir yüzleşme gerekmektedir.
     Eğer yalnızca Dersim ’37 olaylarını cımbızlayıp ve bu olayların tüm sorumluluğunu CHP’nin sırtına yıkarak ve yine bunu basit bir ‘özür dilemeye’ indirgeyerek ortaya koyulan davranışlar, söylenen tüm sözler, politik küçük hesapların, taktiklerin ifadesinden başka bir değer ve anlam taşımaz.
     Söylenenleri ve tartışılanları tekrar etmeyelim, ancak; tek parti dönemi yalnızca CHP’nin tarihi değil; Menderes’ten Bayar’a, İnönü’den Fevzi Çakmak’a, Refik Saydam’dan Rauf Orbay’a ve diğer tüm Cumhuriyet döneminin egemen güç ve politikacılarını kapsayan, bir genişliğe ve derinliğe sahiptir.
     Bu nedenle, eğer bir özür dilenecekse bu öncelikle devletin ve onun yürütücüsü olan hükümetin dilemesi gereken bir özür olmalıdır. Zaten muhatapları, alevi örgütleri ve kendini sorumlu sayan çevreler beklentilerini son derece anlaşılır bir biçimde ortaya koymuşlardır.
     Tarihle yüzleşmek; yalnızca bir niyet ve bir ahlaki sorun değildir. Tarihle yüzleşme sorununu; yöneten-yönetilen ilişkilerinden bu ilişkilerin demokratikleşmesinden, insan hakları değerlerinden, hukukun üstünlüğünün egemenliğinden, ifade ve örgütlenme özgürlüğünden, barış kültüründen, yurttaşların ekonomik, sosyal hayatının iyileştirilmesinden, aydınlık bir ülke yaratma çabalarından ve hayatın tüm alanlarının ve toplam bağlantılarının, özgürleştirilip, demokratikleştirilmesini hedeflemeden, bu değerlerden soyutlayarak tarihle yüzleşmek mümkün değildir.
     Tarihle yüzleşmek; gerçekten halkçı bir ideoloji, halkçı bir politika olmadan bu değerleri bir kültür haline yükseltmeden tüm bunları politikanın işleyişinin, yönetme mantığının merkezine almadan gerçekleşebilecek bir durum değildir.
     Düzenden beslenen, varlığını ve ideolojisini sömürücü sınıflardan ve bu temelde yaratılan statükodan alan hiçbir gerici sınıf partisi tarihle gerçek anlamda yüzleşemez. Tarihle gerçek anlamda yüzleşmek, bir ideolojik ve politik tutum olmakla birlikte ve daha önemlisi bir sınıf tutumunu, halkçılığı gerekli kılmaktadır.
     Egemen sınıf partileri; tarihle yüzleşme konusunu ancak rakip gördükleri partileri sıkıştırmanın sahte ve ikiyüzlü bir aracı olarak kullanırlar…
     Tarihle gerçek anlamda yüzleşmenin iki temel unsuru ve gücü vardır. Birincisi gerçekten tarihten zarar gören ve yeni bir gelecek, aydınlık bir ülke kurmak isteyen sınıfların egemen olduğu bir mücadele ve onun sonucunda elde edilen bir iktidar ile mümkündür. İkincisi ve buna bağlı olarak eğer  halklar, gerçekten tarihin yarattığı tüm olumsuz ve tahrip edici sonuçlarının değiştirilmesi için yığınsal ve sürekli bir mücadele içerisine girerlerse, böylesi durumlarda egemen güç partileri ve hükümetleri kısmen halkın bu talebinin yerine getirilmesi konusunda istemeye istemeye adımlar atabilirler. Ancak gerçek yüzleşmenin ve onun tüm sonuçlarını ortadan kaldırıp, dersler çıkarmanın gelecek için veriler sunmasının temel yolu ve yöntemi birinci durumdur.
       Bugün Dersim’37 üzerinden yapılan tartışmaların, toplumsal hafızanın güncellenmesi ve konunun araştırılıp, bilince çıkarılması açısından doğru bir eksende yürütülmesinin sorumluluğu, aydınların ve emek örgütlerinin önünde durmaktadır.
       Bugün bile Alevilerin, Kürtlerin ve diğer tüm azınlıkların talepleri orta yerde dururken, hükümetin söylemlerinin bir seçim taktiği olarak ortaya atıldığını söylememiz için çok fazla sayıda sebebimiz ve gerekçemiz var.