havadurum
Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Tutarsızlık…

Darbeler ve darbe girişimlerinin değerler sistemi üzerindeki etkilerini, 2/08/2016 tarihli "Darbe girişiminin ardından" başlıklı yazımda irdelemeye çalışmıştım.( http://www.canakkaleolay.com/Darbe-girisiminin-ardindan--34905) Gelişen olaylara bağlı olarak bir de "tutarlılık' kavramı üzerinde durma gereksinimi ortaya çıkmıştır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun dün Yenikapı'da yapılan mitinge sonradan katılma kararı alması bu konunun da tartışılması gereğini gündeme getirmiştir. Bu satırları yazdığım sırada henüz miting gerçekleşmemişti. Belki miting sonrasında çok daha farklı şeylerin tartışılması ihtiyacı gündeme gelse bile, ne oldu da; Kılıçdaroğlu bir gün önce söylediği şeyleri inkar etme ihtiyacı hissetmiştir?!

1752

Burada sorun Kemal Kılıçdaroğlu’nun mitinge katılıp katılmama meselesi değildir.

Zaten daha evvelde katılmayacağını belirtirken, CHP’nin bu mitinge kurumsal anlamda katılacağı gerçeği ortadadır.

Buradan hareketle konu; hiçbir şekilde demokrasi ve şehitlere saygı kapsamında tartışılacak, bu konuya ilişkin CHP’nin tutumunun değerlendirilmesine dönük bir içerikte ele alınacak konumda değildir.

Sorunun esas yanı darbelere karşı olmak noktasında demokrasinin kodlarının belirlenmesine ilişkin ideolojik bir yaklaşımdır.

15 Temmuz kanlı darbe girişiminden beri demokrasi nöbetleriyle demokrasicilik oynayanlarla, gerçek demokrasi savunucularının arasındaki ayrımın farkındalığını kavramak, sürecin temel karakteridir.

Bir gün öncesine kadar Kemal Kılıçdaroğlu’nun  mitinge katılmama gerekçeleri olarak ileri sürdüğü tespitlerde bu anlamıyla değerli ve önemlidir.

“Benim katılmak istememenin birkaç nedeni var. Birincisi, demokrasi ve cumhuriyet için birlik görüntüsü vermekten yana bir sıkıntımız yok. Karşı olduğumuz bilindiği halde olağanüstü koşullar gereği Saray’a gittim örneğin. Ama Erdoğan’ın, dışarıda azalan şahsi itibarının muhalefet liderleri üzerinden bu yolla yükseltilmeye çalışıldığı kuşkumuz var. İkincisi, Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnameler konusundaki eleştiri ve önerilerimizi dikkate alınmadığına dair izlenimimiz var. Bunların Meclis’e getirilmesi, görüşülmesi gerekiyor. Böyle önemli bir dönemde, devletin yeniden yapılandırılması konusundaki kararları üç dört kişinin oturup kendi arasında alması doğru değil. İtirazlarımızın bilinmesini istiyoruz.”

Şimdi bu tespitleri yok mu sayacağız?

Bununda ötesinde 15 Temmuz  kanlı darbe girişiminden sonra halkın darbelere karşı olan tepkisini kendi siyasi ikballeri için kullanmak adına;

içerisinde demokrasi olmayan darbe karşıtı içi boş söylevler ile birlikte OHAL uygulamalarıyla darbe süreçlerinin devamındaki uygulamalara imza atanlar son olarak “Rabbim ve milletimden af dileme” noktasına kadar gelmişlerdir

Bu gelişme karşısında KIlıçdaroğlu’nun  “ İtiraflar, özeleştiriler çok güzel ama bu işin bir de siyasi sorumluluğu var. Özeleştiri şu anlama geliyor: Ben devleti yönetemedim, benim üzerimden bir başkası yönetti. Ben bunların iyi niyetine inandım, kandırıldım, yanıldım. Yarın bir daha kandırılmayacağı ne malum? Bu itirafın bir siyasi maliyeti de olması lazım. Milletten özür dilemek yetmez. Demek ki bizim yıllardır eleştirilerimiz haklıydı” şeklindeki  değerlendirmesi sonrasında   Yenikapı mitingine katılması; ideolojik ilkelerin  tutarlılığı üzerine yeni bir tartışmayı beraberinde getirecektir.

Gerek İstanbul, gerekse de İzmir mitinglerinde darbelere ve diktatörlüklere karşıyız şeklinde bir ilkesellik ortaya koyan Kılıçdaroğlu’nun, Yenikapı mitingine katılması kafalarda birçok soru işareti yaratmıştır.

Bu tavrın daha çok tartışılacağının altını çizelim.

AKP’nin darbe girişimi sonrasındaki bütün çabası bu darbe girişimine yol açan koşulların oluşmasındaki siyasal sorumlulukları gizlemek olmuştur. Bunun içinde mili birlik ve bütünlük üzerinden yaratmaya çalışacakları algı için “demokrasi nöbetleri” adı altında bir senaryoyu devreye aldılar.

Bu senaryonun hiçbir tarafında,  demokrasi ve talepleri olmadı,varsa yoksa  bütün çabaları kendi elleriyle  yarattıkları canavarı besleyen  akıştaki gerçekleri  alt üst edip gizlemek oldu.

İşte demokrasicilik oynanan “demokrasi nöbetlerine” kendileri dışındaki diğer siyasi taraflarında özellikle katılmasını sağlama adına gösterdikleri çabaların altındaki gerçek budur,bir nevi kendi suçlarına alet etmek girişimidir.

Bunun karşısında gerçek demokrasi ve emek güçleri,  ne darbe ne diktatörlük ne OHAL şeklinde formüle ettikleri  darbelere karşı olmanın doğru formulasyonu ile konumlandılar.

Bu yaklaşım pratikte ne kadar karşılık bulmuştur, bunun için ne kadar emek harcanmıştır bu konuda meselenin bir başka yanıdır.

Ancak darbe girişiminin koşullarının yaratılmasında siyasal sorumluluğu olan tarafların oyununa gelmemek onların suç ortağı olmamak da ,ilkeli bir yaklaşımdır.

Bu süreçte, Çanakkale’de de darbelere ve diktatörlüğe karşı doğru  tutum içerisinde olanlar, sözde demokrasi nöbetleri içerisinde etkisizleştirmek adına çok çaba harcandı.

 Belediye meclisinin darbeye karşı yayınlamış olduğu ortak kınama metni sonrasında AKP Milletvekili Bülent Turan başta olmak üzere AKP’li troller bazı yanaşma sonradan olmalar tarafından özelikle Belediye Başkanı Ülgür Gökhan hedef alınarak çeşitli spekülasyon ve gerçek dışı karalamalarla sürdürülen dezenformasyon ile halkın gerçek anlamda darbe karşıtı demokrasi bilinci köreltilmeye çalışıldı.

Ancak Belediye Başkanı Ülgur Gökhan bu oyuna gelmedi ve ilkeli tutumunu sürdürerek Çanakkale halkının demokrasi bilincinin AKP’nin anti demokratik değirmeninde öğütülmesine müsaade etmedi.

Eğer Ülgür Gökhan bunun gereğini yerine getirmemiş olsa idi; süreç içerisinde AKP bu taktiğiyle Çanakkale’de siyasi olarak bir avantaj kapısı aralamış olacaktı.

Çanakkale’de böyle oldu, ancak Kılıçdaroğlu’nun tavrı ne yazık ki AKP’nin darbe girişimi sürecindeki siyasal sorumluğunun bir nebzede olsa kamuflajına hizmet etti ki;  bu CHP’sinin demokrasi ve özgürlükler anlayışını zedelemiştir.

Mitingde neler yaşandı, bunları da gördükten sonra bu konu daha da bir anlam ve içerik kazanacaktır!