havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Ya susmanın maliyeti!?

Tamam, suya sabuna dokunmayalım...

5555

  Tamam, etliye sütlüye karışmayalım… Gökten ne yağarsa, kabulümüz diyelim… Tamam, konuşmayalım… Konuşursak… hmmm!...

Peki,  ya susmanın bedeli, ya susmanın maliyeti nedir!? e onu da söyleyin bari!?
Tamam, konuşmayalım, soru sormayalım, merak etmeyelim, düşünmeyelim… İyi güzel de, sonra ne olacak!? Onu da mı düşünmeyelim!? 
Peki, yakından başlayalım… Şu Kazdağları’nın hali nedir!? Alamos Gold ruhsatı yenilenmediği halde, neden hala oralardadır!? Çadırlarda kalan yurtseverlere 57 bin liralık maliyet çıkaranlar… Fatura kesenler… Tebligat yapanlar… İzinsiz, ruhsatsız Alamos Gold, mekanına(!) uğrayıp, hani hiç değilse, eşit olsun(!) diye; “siz, ruhsat yenilenmemişken, burada işiniz ne?” deyip bir fatura kesip, bir tebligat yaptılar mı acep!?  
Tamam, biz konuşmayalım… Tamam, susalım… Sonra… Ya sonrası… Sonrası mı? Ağı Dağı… Sonrası mı? Onlarca ve onlarca ruhsat sırada… Sonra mı? Çan, RES oylaması… Sustuk… Yer uygunmuymuş, değilmiymiş, o gürültünün patırtının etkileyeceği habitat nasılmış… Konuşmayalım, sormayalım… 
Olur baylar! Emriniz başımız gözümüz üstüne… Sonra, hep beraber, siyanür çukurlarında debelenme yarışı yaparız… Çoluk çocuk ve dahi gelecek kuşaklarla birlikte… İşte bu, susmanın bedelidir… İşte bu konuşmamanın bedeli, faturası… Öyle değil mi!? 
Başka mı!? 
Tam da 19 Mayıs 1919’u anmanın, yani 101 yıl öncenin Kurtuluş Savaşı bilincini yenilemenin öngününde; Bir örnekle söylersek, komşu balkonundaki çocuğa leblebi fırlatan insanı, adam öldürmeye tam teşebbüsten hapse tıkmak gibi bir anlam ifade eden “darbe” söylentileri… 
Gelsin tehditler!?
Ölüm listeleri varmış… Hani derecesini çok anlayamadığım, ölçemediğim bir düşkünün, kadın ve çocuklar üzerinden tehdit savurması… Ve özel giysili, silahlı figüranların tehditleri… Mermi kavanozları… Allah Allaaah!... Bu pespaye görüntüler, bu ülkede bir anayasanın var olup olmadığı tartışmalarını, soru gündemine taşıyor… Susalım mı, konuşmayalım mı, bu çakallıklara gülüp geçelim mi!? Ne dersiniz!?
Sormayalım mı, herkesin eve tıkıldığı bugünlerde, insanların can derdine düşürüldüğü bu zamanda, İş Bankası ve Atatürk’ün mirasını gündeme taşımak, yalnızca bir finans meselesi midir, bir hisse devri meselesi midir, yoksa Mustafa Kemal ile, dahası Samsuna çıkışın öngününde bir hesaplaşmayı gündeme getirme meselesi midir!? 
Sormayalım mı, konuşmayalım mı!? Ne dersiniz!?
Yine, bu toz duman içerisinde, HDP’li belediyelere kayyum atanması… Elde kaç belediye  başkanlığı kaldı bilemiyorum, yoksa sıra muhtarlıklara mı geldi!? 
Hani “genel oy hakkı” kutsanırdı!? Hani millet iradesi!? Hani seçme-seçilme söylemleri üzerine, onun değeri üzerine atılan nutuklar nerede kaldı!? 
Sormayalım mı baylar, konuşmayalım mı!? 
Ve yine, Anayasasında “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” yazan bir ülkenin, Diyanet İşleri Başkanı değil de, siyasetin, en yalın siyasetin bir figürü gibi söylemlerle ortalıkta dolaşan Diyanet İşleri Başkanını konuşmayalım mı, soru sormayalım mı!?
Peki, kıyılarının yamaçlarına yazılan “Çanakkale Geçilmez” sözünün güncel anlamını ve karşılığını düşünmeyelim mi!? 
Kazdağları’ndaki katliamla bağlantılarını kurmayalım mı, soru sormayalım mı!? Sessiz kalmanın sonuçlarını düşünmeyelim mi!? Alamos Gold’u alkışlayıp, “buyurun, siyanür çukurlarında bize hazırlayacağınız gelecek için sizleri kutluyoruz” mu diyelim!? Öyle mi? Susalım mı, konuşmayalım mı!? 
Kestirmeden şunu söyleyelim; Evet, konuşmanın, soru sormanın, demokratik olmayan, hukukun üstünlüğünün egemen olmadığı ülkelerde bir faturası olabilir!... Güncel bir karşılığı, güncel bir bedeli olabilir… Bunlar ihtimallerdir… Ama toplumların tarihi bizlere öğretti ki; Susmanın bedeli, çok daha ağırdır ve bir toplumun geleceğinin hastalıklı hale gelmesidir… Yaşadığı coğrafyanın yok olmasıdır, bir toplumun ve ulusun onurunun yok olmasıdır, geleceğinin ve hürriyetinin yok olmasıdır… Bu ise neredeyse kesindir… 
Ha bir şey daha söyleyelim o darbe çığırtkanlarına; bizim cevabımız kesindir; ne darbe, ne şeriat!... Yakın hedef ise, tam bağımsız bir ülke ve demokratik bir cumhuriyet!... 
Bu bir asgari taleptir ve olmazsa olmazdır!…  Sonuç olarak, aba altından sopa göstererek, “aman şimdi konuşursak kimi çevreler açısından, aman zülfi yare dokunur, aman ilişkilerimiz bozulur, aman ne olur ne olmaz…” Bakın bu kaygılar, bizim kaygılarımız değildir… Yanlış neredeyse, yanlışı kim yapıyorsa, biz düşüncelerimizi söyleyeceğiz… Konuşmanın bedelini göze alacağız… Ama asla susmanın bedelini ve maliyetini göze almayacağız… Gerçeklerle göz göze gelmekten, yüz yüze gelmekten vazgeçmeyeceğiz…
Son söz olarak; içinde bulunduğumuz koşulların, özellikle toplumun geleceği açısından, doğanın ve hayatın geleceği açısından, büyük risklerle karşı karşıya olduğunun farkındayız… Bizlere miras kalan bu özel coğrafyayı, geleceğe, sağlıklı, yaşanabilir bir biçimde aktarmak, sorumluluğumuz ve görevimizdir… Doğaya karşı bakışımızın özü, bu noktadan kaynaklanmaktadır… Bu sorumluluktan kaçmayacağız…
19 Mayıs’ın ve Kurtuluş Savaşı’nın anti emperyalist değerlerine sahip çıkacağımızı, buradan bir kez daha hatırlatıyoruz…