havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Yalanı kötüleyip yalanbazı alkışlamak!...

Aslında, bu hafta Sudan'ın devrik darbecisi El Beşir'i yazmayı düşünmüştüm.

4489

  Hani geçenlerde, haberlerde yer almıştı; “El Beşir’in 4 milyar doları çıktı” diye… Biliyorsunuz, El Beşir, Darfur’daki iç savaşta işlediği soykırım ve insanlığa karşı suç kapsamında Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanacağı için birçok ülkeye gidemiyordu… Kendisi, bir darbe ile iktidara gelmişti, bir darbeyle de gitti… Sanırım, iktidara gelirken öyle milyarlarca doları yoktu… Bu 4 milyar dolar nasıl kazanılır!? Onu tartışmak istemiştim!...

 

Neyse! Çalışmış, çalışmış kazanmış herhalde 4 milyar doları!… Gülümsemeyin, belki de çoook!?

 

Sonra, 5 Haziran Dünya Çevre Günü!… Düşündüm, örneğin Ergene Irmağının kıyısına otursam, ki kıyısına pis kokulardan oturulamayacağı yazılıp çiziliyor… O Irmağa; “Ey ırmak,  dünyada bir çevre günü olduğunu biliyor muydun?” diye sorsam/sorabilsek, nasıl bir şey olurdu!?

 

Hani biraz masalsı düşünelim, ırmak da bize cevap vermek istese, ne derdi acaba!? Ya da Kuzey Kutbu’ndan kopan koca bir buzdağının parçasına aynı soruyu sorsak, ya da örneğin Kaz Dağları’nda, o kökünden kıyılmış ağacı-ağaçları ve/veya tehcire uğratılmış kurdu, kuşu, börtü-böceği, ceylanı karşımıza alsak; “5 Haziran Dünya Çevre Günü, haberiniz var mı?” desek ve biz bu kötülüklerin o mükemmel yaratıcılarını(!) alkışladığımızı söylesek, bize nasıl bir cevap verirlerdi!?

 

Ya da biz bu soruyu sorarken, utanmaz mıydık!? Yüzümüz kızarmadan bu soruları sorabilir miydik!? Ya da  o mükemmel(!) orman kıyıcılarını, çoğu kez ve çoğu yerde sessizce izlediğimizi ve hatta onlara bu yolu açanları, yani o yalanbazları alkışladığımızı söylesek ne söylerdiniz!?

 

Yoksa bize, hani o çok eski masalda olduğu gibi, (şimdi masalı anlatmayalım), hani uyuyan bir insanın içine sızan yılan masalı var ya, hani sonra bütün iradesine el koyan, onu kendine yabancılaştıran, bağımsız düşünme yeteneğini elinden alan o yılan masalı var ya, onu mu hatırlatıp, kendinize “içinize dönün, bu yabancılaşmayı parçalamak için, ondan kurtulmak için ışığa, aydınlığa yönelin” mi derlerdi/denirdi…

 

Böyle mi derdi/derlerdi; Kirlenen ırmaklar, parçalanan buzdağları, kıyılan ağaçlar, zulme ve tehcire uğrayan o güzelim hayvanlar böyle mi derlerdi, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde…

Konumuz bunlar da olmasın, emperyalizmin karargâhı Amerika’da bir siyahinin boynuna basarak, onu nefessiz bırakarak öldüren, o üniformalı barbarlığı ve onu izleyen diğer üniformalıları, “Nefes alamıyorum” diyeni gözünün önünde, dokunarak elleriyle öldüren, yok eden bu alçağı/alçaklığı…

İşkence insanlığa karşı bir suçtur, dünyanın neresinde, hangi ülkesinde olursa olsun, hangi karış toprağında olursa olsun, ister meydanda nefessiz bırakarak, ister karakollarda çırılçıplak soyarak yapılsın, İNSANLIĞA KARŞI BİR SUÇTUR!...

 

 

Burada, işkenceye maruz bırakılanın, neyin faili olup olmadığından bağımsız olarak, renginden, cinsiyetinden, sınıfsal pozisyonundan, zenginliğinden, yoksulluğundan bağımsız olarak; İŞKENCE BİR İNSANLIK SUÇUDUR ve onu yapan sadece işkence yaptığı kişiye/kişilere karşı değil; sana, bana, ona, yani tüm insanlığa karşı, bütün insanlara karşı, suç işlemiş sayılır… Ve bu, dünyanın bütün coğrafyaları için geçerli bir suç olarak tanımlanmıştır…

Ama biz, ya da bazılarımız veya çoğunluğumuz, nasıl ki, yalana “kötü” deyip yalanbazı alkışlayabildiğimiz gibi, işkenceye “kötü” deyip, işkenceciyi, o iklimin egemenlerini de alkışlayabiliyoruz…

Dünyanın gözünün içine baka baka yalan söyleyen baş yalanbaz, emperyalist şef Trump’ı alkışlayabiliyoruz…

 

Ne demeli!?

 

Hayır, hayır… Bunları da yazmayacağız!...

 

Aslında, bekçilere verilen yetkilerle ilgili yasayı tartışmayı düşünmüştük… 65 yaş ve üzerine uygulanan, o ev hapsini irdelemeyi düşünmüştük… Corona günlerindeki gelişi güzellikleri, havanın bir açık bir kapandığı gibi, bir yasak yok, bir yasak var, bir “yasakları iptal ettim” anlayışına değinecektik… Olmadı… Geldi karşımıza, üç milletvekilinin vekillikleri düşürüldü ve mahpus yolları gözüktü… İki HDP’li bir CHP’li vekil… Sonra mı, ansızın CHP’li vekil, corona nedeniyle 31 Temmuz’a kadar ev hapsine alındı… Her şeyimiz birbirine benziyor;  “alavere dalavere Kürt Memet nöbete…” mi dersiniz, yoksa hani şimdi burada bile bir ittifak zemini yaratmayıp, tartışmayı buradan kurmak mı istemiş olunabilir!?

 

Aslında, dizi dizi sorunlarla boğuştuğumuz bir gerçeklik, hani bu cehennemin yolunun döşenmesinde kimlerin payı var!? Dokunulmazlıkların kaldırılması, millet iradesinin çiğnenmesi, yok sayılması ve millet iradesinin temsil edildiği alanın, millet iradesinin yok sayıldığı bir mekana dönüşmüş olması… Sorun değil, öyle mi!?

Elbette biz, “millet iradesi” diye avaz avaz bağırır ve onu kutsarız… Böyle gördük büyüklerimizden, böyle öğrendik… Öyle mi!? Ama millet iradesini yok sayanları alkışlarız… Ne gam!... Çünkü bizden birileridir. Biz alıştırılmadık mı yalana “kötü” deyip yalanbazı alkışlamaya, hatta alkışlattırmaya!...

 

 

Evet, artık bu ülkede normlardan, hayatı, toplumsal ve sosyal ilişkileri düzenleyen, Anayasal, yasal normlardan, hukukun evrensel ilkelerinden, hatta komik gelecek, hukukun üstünlüğünün egemenliğinden söz edilemez hale gelinmiştir… Bunlar zaten son derece sınırlıydı…

 

Şimdi, son gelişmelerle, Amerika’dan İngiltere’ye, Fransa’ya ve Türkiye’ye, egemen sınıf iktidarları, çıkarlarına uymadığında, işlerine gelmediğinde, bütün normları ve söyledikleri sözleri ellerinin tersiyle itmekte ve çiğnemekte bir beis görmezler ve görmediler…

 

Ve biz yalanı kötüleyip, yalanbazları alkışladığımız sürece, daha çoooook, irademizi çiğnetir ve can yakıcı olaylara tanıklık ederiz…

 

Ve gözümüzün içine baka baka yalan söyleyenlerin, Anayasanın bir maddesini söyleyip, öteki maddelerini yok sayanlara cesaret vermeye devam ederiz…

 

Ancak son sözümüz, daha önceleri de yinelemek zorunda kaldığımız; bir kişiyi her zaman, bazı kimseleri çoğu zaman, ama herkesi, her zaman kandıramazsınız… Örnek mi, Amerika’ya bakın, Fransa’ya, İngiltere’ye ve… böyle biline…

 

Geçen yazımızda anlatmaya çalıştığımız gibi; provokasyon iklimi yaratmak isteyenlere, kaos yaratıcılarına dikkat!... Unutulmasın ki, o sözü bir kez daha hatırlatalım, kurt çenli havayı sever…