yandexmetrikacounter
Gazeteciler, "Sansür ve şiddet kıskacındaki | Çanakkale Olay

Gazeteciler, "Sansür ve şiddet kıskacındaki Medya'yı konuştu. "Savaşta, halkın bilgi alma hakkı da tehlikeye girer"

"Sansür ve Nefret Söyleminin Kıskacında Medya" adlı söyleşide bir araya gelen Gazeteciler Ragıp Duran, Koray Düzgören ile Avukat Fikret İlkiz, medyanın Türkiye'deki durumunu anlattılar. Söyleşinin moderatörlüğünü ise gazeteci Celal Başlangıç yaptı. Başlangıç, ülkenin içinde bulunduğu çatışma ve savaş ortamına değinerek, "Bir savaşta önce gerçekler ölür. Çünkü artık kurşun seslerinden gerçeğin sesi duyulmaz olur. İşte biz böyle bir ortamda medya sansürünü konuşacağız" ifadelerini kullandı.

818

Gazeteci Ragıp Duran, nefret söylemi için “Şiddet, ayrımcılık, farklılığa tahammülsüzlük gösteriyor ve en önemlisi hedef gösteriyor. Hrant Dink örneğinde bunu çok iyi gördük. Hrant Dink öldürülmeden önce egemen medyada çıkan yazılara baktığımızda bu cinayetin neredeyse adım adım hazırlandığını görebiliyoruz. Türkçe sözlüklere baktığımızda ise şiddeti meşrulaştıran çok söz olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı. 

Avukat Fikret İlkiz, “Herkesin, müdahaleye maruz kalmaksızın görüş sahibi olma hakkı vardır. İfade özgürlüğü o nedenle bütün hak ve özgürlüklerin omurgası sayılır ve bu anlamda bakıldığında herkes ifade özgürlüğü hakkına sahip olacaktır. Bu hak da ülke sınırlarına bakılmaksızın, sözlü ya da yazılı, bir başkasına gönderme hakkınızdır” diyerek hiçbir müdahalenin kabul edilemeyeceğini belirtti.
Gazeteci Koray Düzgören, “Nefret söylemini konuşmamızın en önemli sebebi aslında kültürümüzde barış diye bir kavramın yer almaması. Son dönemde yaşanan olaylara bakacak olursak, söyleyecek sözleri olan bir barış inisiyatifi kuruldu mesela. Fakat bu etkinlik bir tehlike olarak görüldü ve izin verilmedi. Bu da şunu gösteriyor: Barış hep yasaklanır, bir tehlike olarak görülür ama savaşı savunmak suç değildir, bir engeli yoktur. Festival ‘barış kültürümüz olsun’ diyor, ben de aynı şeyi söylüyor ve destekliyorum. Barış kültürümüz olmadıkça bunların hiçbirini başaramayız” diyerek bir kez daha barış çağrısına destek verdi. 
52’nci Uluslararası Troia Festivali kapsamında düzenlenen “Sansür ve Nefret Söyleminin Kıskacında Medya” söyleşisi, Halk Bahçesi’nde gerçekleşti. Günümüz medyasında etkin olan nefret söylemi ve sansürün konuşulduğu söyleşiye gazetecilerin barış çağrısı damgasını vurdu. Gazeteci  Ragıp Duran, Avukat Fikret İlkiz ve gazeteci Koray Düzgören’in konuşmacısı olduğu söyleşinin moderatörlüğünü ise gazeteci Celal Başlanıç yaptı. Savaş söylemlerinin çoğaldığı Türkiye ortamında medya sansürü ve nefret söylemlerindeki yoğunluğa dikkat çekildi. Gazeteci Celal Başlangıç, açılış konuşmasında “Ayşe anne, 10 gündür Mürşitpınar’da oğlunun cenazesini almak için bekliyor. Habur’da evlatlarının cenazesini almak için günlerce bekleyen 13 aile gibi. Ayşe annenin oğlu YPG saflarında, IŞİD çetelerine, tecavüzcü cihatçılara karşı savaşırken öldü. Ama Ayşe annenin bir oğlu Yozgat’ta polis, bir oğlu Van’da asker ve bir oğlu da sınır kapısında bekliyor. Sanki bu ülkeyi yönetenler IŞİD’in intikamını almak için gencecik çocukların cenazeleri üzerinden siyaset yapıyorlar. Böyle savaşın arttığı ortamlarda öncelikle gençlerin hayatı tehlikeye girer ama bununla birlikte bir şey daha tehlikeye girer: halkın bilgi alma hakkı. O da medyaya sansür olarak, yeri gelir üzerimize nefret söylemi olarak çöker ve bu toplumu bir kan gölüne çevirir. O yüzden bir söz vardır: bir savaşta önce gerçekler ölür. Çünkü artık kurşun seslerinden gerçeğin sesi duyulmaz olur. İşte biz böyle bir ortamda medya sansürünü konuşacağız” ifadeleri ile başladı. 
“6 milyon kişiye ‘Şerefsiz’ demek, tipik bir nefret söylemidir.”
Son zamanlarda nefret söylemiyle çok karşılaştıklarını belirten gazeteci Ragıp Duran ise, üç örnek vererek nefret söylemini değerlendirdi. Gazeteci Duran,  “Nefret söylemi dediğimiz zaman ‘ben seni sevmiyorum, senden nefret ediyorum’ gibi kişisel bir duygu tepkisi değil bu. Tanım yapmadan önce son on gün içerisinde nefret söyleminin tipik örneği olarak üç alıntı yapmak istiyorum. Bir, ‘Boğaz’daki yalılarında viski içip HDP’ye oy veren şerefsizler’, iki ‘şehitlerimizin kanının izi HDP’ye oy verenlerin ellerinde’, içüncüsü de bugün gördüğümüz bir örneği, profesör dediğimiz bir insanın ‘her şehide karşılık bir HDP milletvekili indirilsin’ Bir de küstahça, herkesi cahil yerine koyarak ‘ben indirilsin diyerek milletvekilliği alınsın demek istedim’ diyor. Tek tek bunlara baktığımızda nefret söylemi tanımı ortaya çıkıyor. Boğaz’da yalı sahibi olmak, viski içmek, HDP’ye oy vermek, bunların hiçbirinin suç unsuru olması söz konusu değil. Ancak bunları yapanlar her nasılsa şerefsiz olabiliyor. Burada tipik olarak nefret söyleminin en önemli unsurlarından biri olan, olduğu gibi bir cemaati almak. Bunu söyleyen kişi 6 milyon kişiyi karşısına alıyor, onlara şerefsiz diyor” şeklinde konuştu. 
“Nefret söyleminin en kritik özelliği: hedef gösteriyor”
Nefret söyleminin ikinci özelliğinin ise dolaylı ya da doğrudan olarak hedef göstermesi olduğuna dikkat çeken gazeteci Ragıp duran, nefret söylemi için “Şiddet, ayrımcılık, farklılığa tahammülsüzlük gösteriyor ve en önemlisi hedef gösteriyor. Hrant Dink örneğinde bunu çok iyi gördük. Hrant Dink öldürülmeden önce egemen medyada çıkan yazılara baktığımızda bu cinayetin neredeyse adım adım hazırlandığını görebiliyoruz. Türkçe sözlüklere baktığımızda ise şiddeti meşrulaştıran çok söz olduğunu görüyoruz. Dizi yerine kızını döven babalar, cennetten çıkma tokatlar, gül bitiren patlamalar vs. Günlük dilimize de çok fazla girmiş ne yazık ki. Yıllar önce Fatih Sultan Mehmet ‘kardeş katli’nde, Tansu Çiller ‘bu ülke için kurşun sıkan da kurşun yiyen de kahramandır’ dediğinde ulusal dilimizde fazlasıyla var olduğunu fark ediyoruz.” ifadelerini kullandı. Konuşmasında son olarak nefret söylemine sebep olan – etkilenen ilişkisine de değinen usta gazeteci Duran, “Bu söylemden kimlerin mağdur olduğuna bakacak olursak, kadınları, Kürtleri, solcuları, Alevileri, LGBT bireyleri görüyoruz bu söylemin kurbanları olarak. Dolayısıyla nefret söyleminden kimlerin etkilendiğine baktığımızda kaynağının da egemenler olduğunu anlıyoruz. Kendi iktidarlarını perçinlemek, başkalarını dışlamak, düşmanlaştırmak, marjinalleştirmek için yöntemleri benimsiyorlar.” yorumunda bulundu. 
“Gazeteciler korunması gereken meslek mensuplarıdır”
Ardından sunumuna başlayan Avukat Fikret İlkiz ise halkın haber alma ve ifade özgürlüğü konusunda gazetecilerin korunması gereken değerler olduğuna dikkat çekti. Avukat İlkiz: “Şunu kabul etmemiz lazım: halkın gerçekleri öğrenmeye hakkı vardır ve bu gerçekleri onlara ulaştıran gazeteciler olduğundan onların da korunmaya hakkı vardır. AİHM, basın mensupları için ‘kamuoyunun gözü kulağı’ der. Bilgiye ilk önce onlar ulaşır ve bu bilgiyi habere dönüştürerek halka sunarlar. Bu yüzden onların korunması halkın bilgiye ulaşması açısından oldukça önemlidir. Basın özgürdür sansür edilemez, ifadesini değiştirin, herkesin ifade özgürlüğü hakkı vardır anlamına gelir. Bu hak, herhangi bir habere hakkını içerir. Elde edilen o bilginin yorumlanması da, başka birine aktarılması da ifade özgürlüğüdür. Siz bu özgürlüğünüzü kullanırken size o bilgiyi ulaştıran gazetecinin korunması da gerekmektedir. Çok kısa deyimiyle; yangında ilk kurtarılması gereken meslek grubu gazetecilerdir” diyerek Türkiye koşullarında gazetecilik yapmanın da önemini vurgulamış oldu. 
“Müdahale olmaksızın ifade özgürlüğü…”
Avukat Fikret İlkiz, “Herkesin, müdahaleye maruz kalmaksızın görüş sahibi olma hakkı vardır. İfade özgürlüğü o nedenle bütün hak ve özgürlüklerin omurgası sayılır ve bu anlamda bakıldığında herkes ifade özgürlüğü hakkına sahip olacaktır. Bu hak da ülke sınırlarına bakılmaksızın, sözlü ya da yazılı, bir başkasına gönderme hakkınızdır” diyerek hiçbir müdahalenin kabul edilemeyeceğini belirtti. “Kamu makamlarının müdahalesi söz konusu değildir. Belediye başkanı ya da mahkemeler karışamaz, savcılar da iddianame düzenleyemez. Bu sizin çekirdek hakkınızdır. ‘Demokratik toplum düzenlemeleri’ne uygun olarak sınırlandırmalar vardır. Ancak bu sınırlandırma, örneğin bir gazeteci hakkında dava açmak ise mutlaka sözleşmelerde, anayasada yazılı olan kurallara uygun olacaktır” diyen avukat Fikret İlkiz, savaş propagandası yapmanın ifade özgürlüğüne girmeyeceğini de sözlerine ekleyerek “Medeni ve siyasi haklar sözleşmesinin 20. Maddesinde neler basın özgürlüğü, basın özgürlüğü olduğuna dair yasaklar vardır. Bunlar çok basittir: Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır ve yasaklanacaktır. Ayrımcılığa, kin ve nefrete, şiddete tahrik eden bir ulusal ırksal veya dinsel bir düşmanlık hukuk tarafından yasaklanacaktır” şeklinde konuştu. 
“Barış kültürümüz olsun, çünkü kültürümüzde böyle bir şey yok” 
Söyleşide son sözü alan gazeteci Koray Düzgören, Troia Festivali’nin ana teması olan barışın önemini vurgulayarak kültürümüzde mutlaka yer alması gerektiğini savundu. Koray Düzgören, “Nefret söylemini konuşmamızın en önemli sebebi aslında kültürümüzde barış diye bir kavramın yer almaması. Son dönemde yaşanan olaylara bakacak olursak, söyleyecek sözleri olan bir barış inisiyatifi kuruldu mesela. Fakat bu etkinlik bir tehlike olarak görüldü ve izin verilmedi. Bu da şunu gösteriyor: Barış hep yasaklanır, bir tehlike olarak görülür ama savaşı savunmak suç değildir, bir engeli yoktur. Nefret söylemi de aynen öyledir. Bugün Türkiye’de gazetelere baktığınızda aşağı yukarı hepsi nefret saçıyorsa ve resmen savaş çığırtkanlığı yapıyorsa, bunlara karşı çıkan bir iki tanesine karşı söylemlerini de yine nefret söylemi üzerinden gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Barış, bizim kültürümüzün en büyük eksikliği. Ki şunu söyleyeyim, biz Türkiye’deki ilk barış gazetesini Avrupa’da çıkardık” diyerek ülkenin durumunun ne kadar kritik olduğunun altını çizdi.
“Türkiye’de katliama çağrı yapan bir medya var.”
Barış konusunda bugüne kadar oldukça önemli çalışmalara imza atan Koray Düzgören, “Nefret söylemi ile ilgili batı’da çok net mücadeleler yapıldı. Farklılığa tahammülsüzlük ve ayrımcılık, milliyetçiliğin en temel öğeleri. Bedel ödeyerek bu konuları aşmaya çalışmışlar ama bitmemiş bu mücadele. Cinsiyet ayrımcılığı, ırk, dil, din, mezhep vs inanılmayacak kadar ayrıntılı bir şekilde kamuoyunun gözü önünde tartışılmış ve hiç müsamahaya yer kalmayacak şekilde toplum nezdinde kınanıyor. İş sonra hukuk boyutuna taşınıyor ve burada da ayrımcılığa uğrayanı çok ciddi şekilde koruyan yasalar var. Ama dediğim gibi bu önce tek tek insanlardan başlayarak, medyayı da içine alarak oluşmuş bir durum. Türkiye’deki medyaya baktığımızda, savaş talep ettiğini görüyoruz. Savaşın da ötesinde ‘biz ne gerekiyorsa yapmaya hazırız’ şeklinde başlıklar taşıyor. Bu, katliam demektir. Katliamı kafasında yer ettiren bir anlayış var. İnsanların bu şekilde birbirini katletmesini talep eden çok ciddi bir medya ağırlığı var ve onu kışkırtan da siyasi bir ortam var” dedi.
“Dışarıdan nasıl görünüyor?”
Usta gazeteci Koray Düzgören sözlerine son verirken Türkiye’nin ve siyasi iktidarın içinde bulunduğu durumun yurt dışında nasıl göründüğünü de değerlendirdi. “AKP iktidarı herkesi kandırdığı gibi Avrupa’yı da kandırmış durumdaydı o dönemlerde. Avrupa değerlerine, Kopenhag kriterlerine bağlıyız, barıştan yanayız gibi birtakım laflar etmişleri ve çok kısa bir süre bunların geçersiz olduğunu gördük.” şeklinde konuşan Düzgören, kamuoyu ve medya her şeyin farkında olduğunu söyledi. “Son günlerde yazılan yorumlara baktığımda ‘bu ayrımcı gidiş ve Erdoğan’ın bu politikası Türkiye’yi bir felakete götürüyor’ şeklinde beyanlar yer alıyor. Onlar yurtdışında yaşayan insanlar ama burada olan biteni burada yaşayan birçok insandan daha iyi değerlendiriyorlar. Umarım Türkiye’deki nefret söylemi, ayrımcılık ve savaşı destekleyen politikalar bahsettikleri boyuta ulaşmaz. Festival ‘barış kültürümüz olsun’ diyor, ben de aynı şeyi söylüyor ve destekliyorum. Barış kültürümüz olmadıkça bunların hiçbirini başaramayız” diyerek bir kez daha barış çağrısına destek verdi.
• Seçkin Sağlam / Özden Yarar
Paylaş