yandexmetrikacounter
Bir ömrün ardından söylenen son söz: Üçpına | Çanakkale Olay

Bir ömrün ardından söylenen son söz: Üçpınarlar; “Çanakkale’ye olan borç hiç bitmez”

Türkiye siyasetinde uzun yıllar önemli görevler üstlenen Ahmet Hamdi Üçpınarlar, Çanakkale Olay’a verdiği bu özel söyleşide; siyasette dönem sınırının neden kaçınılmaz olduğunu, çevreyi yalnızca bir doğa meselesi değil doğrudan insan sağlığı ve devlet politikası olarak nasıl ele aldığını, Çanakkale’nin ağır sanayi yerine kültür, tarım ve turizm ekseninde korunması gerektiğini tüm samimiyetiyle anlattı.

399

Türkiye siyasetinde bir döneme damga vuran, bilgi birikimi, devlet tecrübesi ve mütevazı kişiliğiyle hafızalarda yer edinen Sayın Ahmet Hamdi Üçpınarlar ile Çanakkale Olay olarak keyifli ve samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Geçmişten bugüne uzanan bu anlamlı buluşmada, Türk siyasetinin önemli dönemeçlerine tanıklık etmiş değerli bir ismin tecrübelerini dinleme fırsatı bulduk.

116142_wuciwug_5f0da7a6_bir-omrun-ardin.jpeg

Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Makina Mühendisliği Bölümü mezunu olan Ahmet Hamdi Üçpınarlar, öğrencilik yıllarından itibaren aktif bir duruş sergileyerek Bursa Erkek Sanat Enstitüsü’nde Talebe Cemiyeti Başkanlığı görevini üstlendi. Meslek hayatında serbest mühendislik ve müteahhitlik yapan Üçpınarlar, aynı zamanda toplumsal sorumluluk bilinciyle siyasi arenada da yer aldı.

116142_wuciwug_9b9ddedf_bir-omrun-ardin.jpeg

Siyasi yaşamına 1968 yılında Adalet Partisi Gençlik Teşkilatı Ankara Çankaya İlçe Yönetiminde başlayan Üçpınarlar, 1970’li yıllarda Adalet Partisi Gençlik Teşkilatları Genel Başkanlığı görevini yürüttü. 1983 yılında Doğru Yol Partisi’nin kurucuları arasında yer alarak Türk siyasetinde önemli bir rol üstlendi. 19. ve 20. Dönem Çanakkale Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev yapan Ahmet Hamdi Üçpınarlar, aynı zamanda TBMM KİT Komisyonu Başkanlığı görevini üstlendi. 51. ve 52. Hükûmetlerde ise Çevre Bakanlığı ve Hükûmet Sözcülüğü görevlerinde bulunarak devlet yönetiminde üst düzey sorumluluklar aldı. Gelin şimdi, Ahmet Hamdi Üçpınarlar’ın siyasetten çevre politikalarına uzanan bakışını; Çanakkale’nin dününden bugününe, geçmişte yaşanan orman yangınlarından Talat Göktepe örneğine kadar uzanan değerlendirmeleriyle birlikte ele alalım.

116142_wuciwug_4def1081_bir-omrun-ardin.jpeg

Sayın Bakanım, uzun süreli milletvekilliğinin yeni nesillerin önünü kapattığını, bu nedenle iki ya da en fazla üç dönemden sonra aktif siyasetin gençlere bırakılması gerektiğini savunuyorsunuz; bu ilkenin Türkiye siyaseti açısından neden hayati olduğunu ve kendi hayatınızda bunu uygulama kararınızı biraz daha açar mısınız?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Benim savunduğum bazı ilkeler var ve bunları hem toplantılarda hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, grup toplantılarında arkadaşlarımla paylaştım. Eskiden 450–500 milletvekili seçiliyordu, bugün ise 600 milletvekili seçiliyor. Türkiye’nin nüfusu 86 milyon. Bu 600 kişi, 86 milyonun içinden seçiliyor. Eğer bir kişi 5–6 dönem, hatta 3–4 dönem milletvekilliği yaparsa, arkadan gelen neslin önünü kesmiş olur. Bu nedenle normal şartlarda iki dönem, en fazla üç dönem milletvekilliği yapıldıktan sonra aktif milletvekilliği adaylığının sona ermesi, hatta hiçbir göreve aday olunmaması yönünde bir prensip kararı alınması gerekir. Nitekim bugünkü hükümet bu anlayışı kendi tüzüğüne koymuştur. Zaman zaman istisnalar olsa da büyük ölçüde buna riayet edilmiştir. Bana göre bu, mevcut iktidarın siyasette yaptığı en doğru işlerden biridir. Çünkü 86 milyonluk bir ülkede Meclis’e yeni, dinamik güçlerin gelmesi şarttır. Ben de savunduğum bu ilkeyi kendi hayatımda uyguladım. 1999’dan sonra, belediye başkanlığı ve milletvekilliği dâhil olmak üzere hiçbir göreve aday olmadım. Zira biz Adalet Partisi Gençlik Teşkilatlarında görev yaparken, 4–5 dönem milletvekilliği yapanlara ‘Bize sıra ne zaman gelecek?’ diye sitem ederdik. Hatta bir arkadaşımız, ‘Bunlar ölmeden bize sıra gelmeyecek galiba’ diye espri yapmıştı. Her şakanın bir gerçek payı vardır. Bu tür sözleri yeni nesillere söyletmemek gerekir. İnsanlar belirli bir süre hizmet ettikten sonra görevlerini gençlere, yeni ve dinamik kadrolara bırakmalıdır. Ancak bu, hizmetin bittiği anlamına gelmez. Rahmetli Süleyman Demirel’in dediği gibi, ‘Siyasetin giriş kapısı vardır ama çıkış kapısı yoktur.’ İnsan, Allah sağlık ve sıhhat verdiği sürece, milletine farklı alanlarda hizmet etmeye devam eder.”

Sayın Bakanım, şu sıralar Ankara’da eski dostlarla bir araya geldiğinizi, espriyle ‘Laklak Bürosu’ adını verdiğiniz buluşmalarla memleket meselelerini konuştuğunuzu, Çanakkaleliler Derneği ile Parlamenterler Kültür, Sanat ve Türk Müziği Derneği çatısı altında sosyal ve kültürel faaliyetlere destek verdiğinizi anlatıyorsunuz; tüm bu çalışmalar sizin için ne ifade ediyor ve hayatın bu dönemini nasıl tanımlıyorsunuz?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Şu sıralar bol bol ziyaretler yapıyorum. Ankara’ya gelen eski dostlarımla bir araya geliyorum. Genel merkez politikası yaptığım için Türkiye’nin her köşesinden tanıdıklarımız var. Özellikle eski arkadaşlarımızla buluşup askerlik hatıralarımızı anıyoruz. Ankara’da üç arkadaş bir araya gelerek bir ofis oluşturduk. Hatta buraya espriyle ‘Laklak Bürosu’ adını verdik. Gelen misafir dostlarımızla burada oturup sohbet ediyoruz. Herhangi bir ticari faaliyetimiz yok; para kazanma ya da iş yapma amacı gütmüyoruz. Sadece eski dostlarımızla bir araya gelip sohbet ediyor, memleket meselelerini konuşuyoruz. Bunun yanında sosyal aktiviteleri de ihmal etmemek gerekiyor. Ankara’da, benim önderliğimde 1994 yılında kurulan bir Çanakkaleliler Derneği var. Derneğin faaliyetlerine imkânlar ölçüsünde katkı sağlamaya çalışıyorum. Ayrıca dört yıldır Parlamenterler Kültür, Sanat ve Türk Müziği Derneği’nin başkanlığını yürütüyorum. Nitekim bu dernek adına dört gün önce Çanakkale’de, üniversitede çok güzel bir konser düzenledik. Üniversiteli gençlerle birlikte son derece keyifli vakit geçirdik. Bu vesileyle rektörümüze, Dekan Uğur Hoca’ya ve genç kardeşlerime teşekkür etmek istiyorum. Yeni salonu tamamen doldurdular ve Türk sanat müziğini büyük bir huşu içinde dinlediler. Hayat böyledir; hayat devam ediyor.”

Sayın Bakanım, gençlerle yaptığınız konferanslar, paneller ve özellikle kültür-sanat temalı buluşmalar ışığında; sizce üniversite gençliğiyle kültür ve sanat üzerinden kurulan bu iletişim neden bu kadar önemli ve bu anlayışın toplum genelinde yaygınlaştırılması için neler yapılmalıdır?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Bu tür aktiviteleri mutlaka yapmak gerekir. Nitekim Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde bu doğrultuda iki kez konferans verdim, iki kez de gençlerle açık oturum ve panel gerçekleştirdik. Fırsat buldukça davet edildiğimiz yerlere giderek kendi tecrübelerimizi, birikimlerimizi ve ülke meselelerine dair düşüncelerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Bu son derece kıymetli bir durumdur. Buradaki programımızdan önce de rektörümüz ve gençler, 15–20 dakikalık bir söyleşi yapmamızı rica ettiler. Bunun üzerine bir panel düzenledik ve yaklaşık 20–25 dakika konuşma imkânı bulduk. Tahmin ediyorum ki gençlere faydalı mesajlar verdik. Bu nedenle gençler üzerinde özellikle durmak gerektiğine inanıyorum. O günkü ana konumuz kültür ve sanattı. Davet başlığında da açıkça ifade edildiği gibi, ‘Gençlerin Kültür ve Sanatla Buluşması’ temasını ele aldık. Kültür ve sanat, bir toplumun yaşamındaki en belirgin unsurlardır. Rahmetli Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, ‘Sanatı ve kültürü ihmal edilmiş bir milletin hayat damarlarından biri eksiktir.’ Bu çok önemli bir tespittir. Bu nedenle, toplumun kültür ve sanat yönünden bilinçlendirilmesinde üniversitelere ve üniversite gençliğine çok büyük görevler düştüğü kanaatindeyim. O gün de bunu ifade etmiştim, bugün de tekrar ediyorum. Toplum olarak üniversite gençliğiyle kültür ve sanat üzerinden iletişim kurmak, onların düşüncelerini dinlemek ve özümsemek zorundayız. Çünkü kültür ve sanat, bir toplumun benliğidir. Örfüyle, âdetiyle, geleneğiyle bir bütündür. Bu alan o kadar geniş tutulmalıdır ki, kendi kültür ve sanatımızı evrensel boyuta taşıyabilelim. Kendi örf ve adetlerimizi, geleneklerimizi yaşatırken, aynı zamanda bunları dünyaya da aktarmalı ve diğer toplumlar üzerinde etkili hâle getirmeliyiz.”

Sayın Bakanım, ağır sanayiye karşı duruşunuzdan üniversitenin kuruluş sürecine, çevresel tahribattan tarım ve turizm odaklı kalkınma modeline kadar uzanan bu deneyimleriniz ışığında; sizce Çanakkale’nin bugün karşı karşıya olduğu temel sorunlar nelerdir ve bu sorunlar hangi devlet politikalarıyla kalıcı biçimde çözülebilir?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Bu konuda biraz sitemkâr konuşmak istiyorum. Çünkü bizim dönemimizde Çanakkale’ye ağır sanayinin gelmesine tamamen karşıydık ve bu hususta ciddi bir mücadele verdim. Açık ve net söylüyorum: Türkiye’de batı bölgeleri dışında bana göre bakir kalan tek yer Çanakkale’dir. Verimli toprakları, denizi, suyu, havası ve ormanlarıyla bu şehre yazık etmemek gerekir. Çanakkale Üniversitesi’nin kuruluşunda büyük emeğim vardır. Bu vesileyle dönemin Devlet Bakanı Akın Gönen’e bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. İlk ilan edilen 15 üniversite arasında Çanakkale yoktu. Rahmetli Süleyman Demirel, Genel İdare Kurulu’nda bu listeyi açıklamıştı. Bunun üzerine Akın Gönen ile birlikte bir plan yaptık. Kendisi o dönem Devlet Bakanıydı ve Niğde Üniversitesi’nin de listede yer almasını istiyordu. Bakanlar Kurulu’nda üniversitelerin kuruluş kararını onaylatmadık. Bunu ilk kez kamuoyuyla paylaşıyorum. Akın Gönen de Niğdeliydi ve kendi üniversitesi listede olmadığı için bu kozu birlikte kullandık. Sonuçta beş üniversite daha eklendi ve sayı 21’e çıktı. Bunlar Çanakkale, Niğde, Kütahya, Kırıkkale ve Tokat üniversiteleridir. Bu süreçte Akın Gönen’in ve rahmetli Mehmet Ali Yılmaz’ın çok büyük desteği oldu. Dört milletvekili olarak birlik içinde hareket ettik ve rahmetli Süleyman Demirel’e de giderek sitemimizi ilettik. Bu, siyasetin az bilinen ama gerçek bir hikâyesidir. Çanakkale bir üniversite şehri olmalıydı. Aynı zamanda kültür şehri, turizm şehri ve dış tanıtım merkezi olmalıydı. Bu şehirde turizm, kültür, tarım ve tarıma dayalı sanayi ön planda olmalıdır. Bereketli topraklarımız var; burada Türkiye’yi doyuracak sebze ve meyve yetişir. Gençlerimizi bu alanlarda değerlendirmek varken, neden ağır sanayide çalışmak zorunda bırakalım? En fazla üzüldüğüm konulardan biri de Karabiga ve Biga çevresinde yaşanan çevresel tahribattır. Çevre dediğimiz şey aslında çok nettir: içilebilir temiz su, solunabilir hava ve işlenebilir toprak. Çanakkale’nin temel sorunları bunlardır ve ağır sanayi bu değerleri tehdit etmektedir. Çanakkale perişan edilmemelidir. Kültürün, turizmin, konferansların yapıldığı; tarım ve tarıma dayalı sanayisiyle öne çıkan bir şehir olarak kalmalıdır. Bursa örneği ibret vericidir. Ben lise sona kadar Bursa’da yaşadım. Rahmetli Süleyman Demirel bir gün bana, ‘Hamdi, Bursa’ya yazık ettik, değil mi?’ demişti. Otomotiv sanayinin Bursa’ya gelmesiyle yeşil Bursa’nın nasıl zarar gördüğünü bizzat yaşadım. Bursa’nın nüfusu benim ayrıldığımda 250 bindi, bugün 4 milyona dayandı ve ova perişan oldu. Aynı hatayı Çanakkale’de yapmamalıyız. Geçenlerde Ayvacık’ın birkaç köyüne gittim. Bir köyün eski muhtarı, köyün 100 haneden 7 haneye düştüğünü söyledi. Köylü toprağını satıp şehre göç ediyor. Bu mesele bireysel değil, doğrudan devlet politikasıyla çözülmesi gereken bir konudur. Çanakkale’nin bir diğer önemli sorunu da otopark meselesidir. Merkezi noktalarda katlı otoparklar yapılmalıdır. İki ya da üç katlı otoparkla bu sorun büyük ölçüde çözülebilir. Günümüzde otomobil artık lüks olmaktan çıkmış, bir ihtiyaç hâline gelmiştir. Teknoloji geliştikçe yaşam tarzları da değişiyor. Üniversite gençlerinin bile arabası var. Bana göre hâlâ bir lüks sayılabilir, ancak çağın gerçeği de budur. Biz gelişmekte olan bir ülkeyiz ve bu gerçekleri dikkate alarak planlama yapmak zorundayız.”

Sayın Bakanım, Singapur örneğinden yola çıkarak konut ve araç sahipliğinin nasıl sıkı bir sistemle düzenlendiğini anlattınız; bu yaklaşımın Çanakkale gibi tarihi, kültürel ve çevresel açıdan son derece özel bir şehir için uygulanabilirliği sizce nedir ve Çanakkale’nin ‘barış kenti’ kimliğinin korunması adına devlet politikası olarak hangi adımlar atılmalıdır?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Singapur’da sistem öyle kurulmuş ki ancak bir ev sahibi olabiliyorsunuz. İkinci evi aldığınızda, harcadığınız maliyetin neredeyse aynısını vergi olarak devlete ödüyorsunuz. Bir aileye bir araç düşüyor. İkinci aracı aldığınızda da, araca bir milyon lira ödediyseniz, bir milyon lira da vergi veriyorsunuz. Ancak ikinci aracı sattığınızda, ödediğiniz vergi size geri ödeniyor. İşte bu tür konuları devlet olarak bir sisteme oturtmak ve net kararlar almak gerekir. Çanakkale çok özel bir şehirdir. Bunu üniversitede de ifade ettim. Çanakkale, Türkiye’nin hemşehrisidir. Çünkü Çanakkale Savaşları’nda Türkiye’de hemen her aileden ya bir şehit ya da bir gazi vardır. Her ailenin burada bir hatırası, bir duası, bir canı kalmıştır. Bu nedenle Çanakkale, yalnızca bir şehir değil, bütün Türkiye’nin ortak değeridir. Bunun iyi değerlendirilmesi gerekir. Rahmetli Süleyman Demirel’in en büyük hayallerinden biri, karşı yakayı uluslararası bir barış parkı hâline getirmekti. 1995 yılında hazırladığı kanun teklifini bana göndermişti. Ben ve diğer milletvekili arkadaşlarımla birlikte bu teklifi imzalayarak Milli Park ilan edilmesini sağladık. Ancak kendisinin ömrü, bu hayalini uluslararası boyuta taşımaya yetmedi. Bugün alan başkanlığı tarafından yapılan çalışmaları takdirle karşılıyorum. Yirmi yıl sonra alanı gezme fırsatı buldum ve çok güzel işler yapıldığını gördüm. Arzumuz şudur: Her Türk vatandaşı, özellikle gençler, buraya gelsin ve bu tarihi yerinde teneffüs etsin. Çanakkale, Cumhuriyetimizin önsözüdür. Ancak bu gerçeği sadece dile getirmek yetmez; bunu faaliyete dökmek gerekir. Bu da bir devlet politikası olmalıdır. Benim her zaman savunduğum dört temel alan vardır: eğitim, sağlık, adalet ve savunma. Bunlar milli nitelik taşımalıdır ve siyasi değişimlerden etkilenmemelidir. Çünkü bunlar temel haklardır. Aynı anlayışla Çanakkale’yi de devlet politikası olarak korumalı, gelecek nesillere örnek göstermeliyiz. Dünyada savaşların ardından barış kenti ilan edilen başka bir yer yoktur. Çanakkale bu yönüyle eşsizdir. Yaklaşık 500–600 bin insanın hayatını kaybettiği bir savaşın ardından, Atatürk’ün Anzak annelerine hitaben söylediği sözler, bu toprakların neden ‘Barış Kenti’ olarak anıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Düşman askerlerini kendi evlatlarıyla bir tutan bu anlayış, insanlık tarihine geçmiştir. Bu nedenle Çanakkale’nin kıymetini bilmek zorundayız. Eğer bu şehri ağır sanayiyle tahrip edersek, bunun vebalini kimse ödeyemez. Çanakkale; turizmiyle, kültürüyle, tarımıyla korunması gereken bir değerdir. Yazık etmeye hakkımız yoktur.”

Sayın Bakanım, çevreyi solunabilir temiz hava, içilebilir temiz su ve işlenebilir verimli toprak olarak tanımlıyorsunuz; madencilikten orman yangınlarına, gıda güvenliğinden cezai yaptırımlara kadar uzanan bu sorunlar karşısında, çevrenin ve insan sağlığının korunmasının neden siyasi tercihlerden bağımsız, değiştirilemez bir devlet politikası hâline getirilmesi gerektiğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Çevrenin özeti şudur: solunabilir temiz hava, içilebilir temiz su ve işlenebilir, verimli toprak. Çevrenin ana hattı budur. Bu çerçevede suların kirlenmemesi, toprağın verimsiz hâle gelmemesi, maden aramalarının kontrol altına alınması, ağaçların boş yere kesilmemesi ve orman yangınlarının önlenmesi büyük önem taşır. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Yer altı zenginliklerini çıkaracağız diye insan hayatıyla oynanamaz. Hava kirleniyor, su bozuluyor, toprak zarar görüyor. O zaman bu zenginliklerin ne anlamı kalıyor? Türkiye’nin zaten birçok doğal zenginliği var. Bunları korumamız gerekir. Kaz Dağları’nda yaşanan tahribat hepimizi üzmüştür. Bu nedenle çevre meselesi bir devlet politikası hâline getirilmeli ve bütün millet tarafından benimsenmelidir. Siyasi iktidarlar değişse bile bu anlayış değişmemelidir. Çünkü bu doğrudan sağlıkla ilgilidir. Ben iddia ederek söylüyorum: Bugün dünyada devlet politikasını kararlılıkla uygulayan ülkelerden biri Amerika Birleşik Devletleri’dir. Orada senato vardır ve senatodan geçmeyen hiçbir düzenleme hayata geçirilemez. Başkanlar mutlak yetkili değildir. Anayasa değişikliği sürecinde de bunu ifade etmiştim. Başkanlık sistemine karşı değilim; ancak başkanı denetleyecek güçlü bir senatonun varlığı şarttır. Türkiye, başkanlık sistemine devam edecekse, bu denetim mekanizmasını mutlaka oluşturmalıdır. Orman yangınları konusunda ise büyük acılar yaşadık. 1994 yılında şehitlik bölgesinde çıkan büyük yangında, dönemin bölge müdürü rahmetli Talat Göktepe hayatını kaybetmişti. O günden beri savunduğum bir gerçek var: Orman yangınlarını önlemenin en etkili yollarından biri orman köylüleridir. Orman köylüleri ormana sahip çıkar, geçimini oradan sağlar ve kurumuş çalı çırpıyı temizler. Bugün bu yapı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Yangınların çoğu ihmal sonucu çıkmaktadır. Atılan bir izmarit, bir cam parçası, kurumuş yapraklar ve dikenler yangına dönüşebilmektedir. Elbette tabiatın etkisi vardır ama insan ihmali ve kötü niyet de vardır. İnsan hayatıyla oynayanlar konusunda çok netim. Orman yakan, çevreye ve insan sağlığına bilinçli şekilde zarar veren kişiler ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Çünkü bu sadece doğaya değil, doğrudan insan hayatına ihanettir. Bugün gıdada kullanılan katkı maddeleri, sahte içkiden hayatını kaybeden insanlar da aynı sorunun parçasıdır. İnsan sağlığıyla oynayanlar birkaç yıl ceza alıp serbest kalmamalıdır. Demokrasi, herkesin istediğini sınırsızca yapması değildir. Demokrasi son derece ciddi, disiplinli ve sorumluluk gerektiren bir yönetim biçimidir.”

Sayın Bakanım, çevreyi solunabilir temiz hava, içilebilir temiz su ve işlenebilir verimli toprak olarak tanımlarken, bu üç temel unsurun korunmasının neden yalnızca çevresel değil, aynı zamanda toplumsal ve sağlıkla ilgili bir devlet meselesi olduğunu düşünüyorsunuz?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Çevrenin özeti şudur: solunabilir temiz hava, içilebilir temiz su ve işlenebilir, verimli toprak. Çevrenin ana hattı budur. Bu nedenle suların kirlenmemesi, toprağın verimsiz hâle gelmemesi, maden aramalarının kontrol altına alınması, ağaçların gereksiz yere kesilmemesi ve orman yangınlarının önlenmesi büyük önem taşır. Tüm bu unsurlar birbiriyle doğrudan bağlantılıdır. Yer altı zenginliklerini çıkarma adına insan hayatıyla oynanamaz. Hava kirleniyorsa, su bozuluyorsa ve toprak zarar görüyorsa, bu zenginliklerin hiçbir anlamı kalmaz. Türkiye zaten pek çok doğal zenginliğe sahiptir. Asıl yapılması gereken, bu değerleri korumaktır. Kaz Dağları’nda yaşanan tahribat hepimizi derinden üzmüştür. Bu nedenle çevre meselesi bir devlet politikası hâline getirilmeli ve toplumun tamamı tarafından benimsenmelidir. Siyasi iktidarlar değişse bile bu anlayış değişmemelidir. Çünkü çevre, doğrudan insan sağlığıyla ilgilidir. Bugün dünyada devlet politikalarını kararlılıkla uygulayan ülkelerden biri Amerika Birleşik Devletleri’dir. Orada senato vardır ve senatodan geçmeyen hiçbir düzenleme hayata geçirilemez. Başkanlar mutlak yetkili değildir. Anayasa değişikliği sürecinde de bunu dile getirmiştim. Başkanlık sistemine karşı değilim; ancak başkanı denetleyecek güçlü bir senatonun varlığı şarttır. Türkiye başkanlık sistemine devam edecekse, bu denetim mekanizmasını mutlaka oluşturmalıdır. Orman yangınları konusunda ise büyük acılar yaşadık. 1994 yılında şehitlik bölgesinde çıkan büyük yangında, dönemin bölge müdürü rahmetli Talat Göktepe hayatını kaybetmişti. O günden bu yana savunduğum bir gerçek vardır: Orman yangınlarını önlemenin en etkili yollarından biri orman köylüleridir. Orman köylüleri ormana sahip çıkar, geçimini oradan sağlar ve kurumuş çalı çırpıyı temizler. Ne yazık ki bugün bu yapı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Yangınların önemli bir kısmı ihmal sonucu çıkmaktadır. Atılan bir izmarit ya da cam parçası, kurumuş yapraklar ve dikenlerle birleştiğinde büyük felaketlere yol açabilmektedir. Elbette tabiatın etkisi vardır; ancak insan ihmali ve kötü niyet de göz ardı edilemez. İnsan hayatıyla bilinçli şekilde oynayanlar ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Çünkü bu, yalnızca doğaya değil, doğrudan insan hayatına ihanettir. Gıdada kullanılan zararlı katkı maddeleri ve sahte içkiden hayatını kaybeden insanlar da aynı sorunun bir parçasıdır. İnsan sağlığıyla oynayanlar birkaç yıl ceza alıp serbest bırakılmamalıdır. Demokrasi, herkesin istediğini sınırsızca yapabilmesi değildir. Demokrasi, ciddi, disiplinli ve sorumluluk gerektiren bir yönetim biçimidir.”

Sayın Bakanım, Türkiye’nin sizin de tanıklık ettiğiniz komünizm–milliyetçilik tartışmalarından Kıbrıs meselesine, dış baskılardan ambargolara kadar yaşadığı tüm bu badireler karşısında; bir devlet adamı olarak sizin bakış açınızla, geçmişten ders almanın, dış güçlere karşı dengeli ama kararlı duruş sergilemenin ve bu tecrübeleri bugünün gençlerine aktarmanın en doğru yolu sizce nedir?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar; “Maalesef Türkiye her dönemde büyük badireler atlatmıştır. Bizim gençliğimizde de, hatta bizden önceki nesillerde de ‘Türkiye’ye komünizm geliyor’ endişesiyle çeşitli hareketler ortaya çıkmıştır. Milliyetçi dernekler kurulmuş, komünizme karşı ciddi tepkiler gösterilmiştir. 1970’li yıllarda ise sağ–sol tartışmaları, komünizm mi milliyetçilik mi polemikleri yaşanmıştır. Dış güçler meselesi vardır ve bu gerçektir. Ülkelerin bu konuda dikkatli olması gerekir. Bu noktada şunu özellikle ifade etmek isterim: ‘Geçmişe takılıp kalmayın’ denir ama ben geçmişin unutulmaması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü geçmişten ders almak zorundayız; iyisiyle kötüsüyle. 1950’li yıllarda, özellikle Kıbrıs meselesiyle birlikte Türkiye büyük baskılara maruz kalmıştır. 1957’de Kıbrıs hadisesi ilk patlak verdiğinde, Türkiye’de sadece üç üniversite vardı. İstanbul Üniversitesi’nde gençler ‘Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır’ sloganlarıyla mitingler düzenlemişti. Bursa’da yaşananları hiç unutmuyorum. O dönemde evlerde musluk yoktu. Mahalle aralarındaki belediye çeşmelerinden sürahilerle, kovalarla su taşınırdı. İşte o günlerde, İstanbul’da yapılan mitinglerin etkisiyle, çeşmelerin kemerlerine ‘Kıbrıs Çeşmesi’ yazıları yazılmıştı. 1964 yılında Kıbrıs’a müdahale gündeme geldiğinde, dönemin Başbakanı rahmetli İsmet İnönü’ye Amerika tarafından meşhur Johnson Mektubu gönderildi. Mektupta açıkça, ‘Kıbrıs’a müdahale edersen Amerikan silahlarını kullanamazsın, Rusya saldırırsa seni korumam’ deniliyordu. Türkiye bu tür baskıları her dönem yaşamıştır. 1967’den itibaren ambargolar devam ederken, rahmetli Süleyman Demirel Rusya ile anlaşmalar yaparak Türkiye’nin en büyük sanayi tesislerini kurdurmuştur. Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Aliağa tesisleri, İskenderun Demir Çelik bu anlayışın ürünüdür. İşte devlet adamlığı budur. Ülkelerle iyi ilişkiler kurarsınız; Rusya komünisttir ama teknolojisinden faydalanırsınız. Nitekim faydalanılmıştır. 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında da Amerika baskı yapmış, ‘Askerini çek’ demiştir. O gün Başbakan rahmetli Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı rahmetli Necmettin Erbakan açık bir duruş sergilemiş ve ‘Biz askerimizi çekmiyoruz’ demiştir. Oradaki Türk askeri, hem Türkler hem de Rumlar için bir güven unsurudur denilmiştir. Gerektiğinde dik durmayı bilmek gerekir. Bu nedenle geçmiş mutlaka anlatılmalıdır. 1968–69 yıllarına kadar Türkiye’de televizyonun olmadığı, 1990’lı yıllarda bile birçok köyde elektriğin bulunmadığı bilinmelidir. Bugün sahip olduğumuz yollar, fabrikalar, imkânlar ve altyapı kolay elde edilmemiştir. Bunların her biri büyük mücadelelerin sonucudur. “Çanakkale’de bu imkânlar vardır. Çanakkale’de milletvekilliği yapmış arkadaşlarımızın yüzde 60–70’i ciddi bir birikime ve tecrübeye sahiptir. Örneğin Mustafa Cumhur Ersümer, hem Başbakan Yardımcılığı hem de bakanlık yapmış, uzun yıllar siyaset içinde yer almıştır. Ben de benzer şekilde, uzun yıllar parti yöneticiliği yapmış, bu yönüyle ender örneklerden biriyim. Diğer arkadaşlarımız da görev yaptıkları süre boyunca önemli tecrübeler edinmişlerdir. Bu arkadaşlarımızın gelip, sahip oldukları bilgi ve birikimi gençlere aktarması bir tercih değil, bir sorumluluktur. Çünkü tecrübe paylaşıldıkça anlam kazanır.”

Sayın Bakanım, Singapur’da gördüğünüz uygulamalardan esinlenerek sigara izmariti ve çöp kirliliğine karşı sıkı denetim ve caydırıcı cezaların şart olduğunu vurguluyorsunuz; sizin kişisel tecrübeleriniz ve Çanakkale’ye duyduğunuz vefa duygusu ışığında, çevre bilincinin toplumda yerleşmesi için birey olarak her vatandaşın nereden başlaması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Ahmet Hamdi Üçpınarlar, “Çevre konusunda halkımızı mutlaka bilinçlendirmemiz gerekiyor. Ben bu konuyu uzun yıllardır dile getiriyorum. Hatta önceki dönem Belediye Başkanı Ülgür Bey’e de özellikle rica etmiştim. Kordon boyunda bir uygulama başlatalım istedim. Kendisi ‘Nedir?’ diye sorduğunda, sigara içme yasağının sıkı şekilde uygulanmasını önerdim. Her 50 metrede bir büyük çöp kutuları konulmasını, üst kısmının sigara izmaritleri için, alt kısmının ise kâğıt ve diğer çöpler için düzenlenmesini istedim. Bu uygulamayı Singapur’da görmüştüm. Ülgür Bey’e bunu iki üç kez ilettim, ‘yapalım’ dedi ama maalesef hayata geçirilemedi. Bu noktada zabıtaların da sahada olması gerekir. Sigara izmariti atanlara hemen caydırıcı bir ceza uygulanmalıdır. 100 lira ya da 500 lira ceza gibi yaptırımlar mümkündür. Çekirdek kabuğu, kâğıt, çöp atanlara da aynı şekilde müdahale edilmelidir. Bazı vatandaşlara bu tür kurallar zor geliyor. ‘Bizim zevkimize karışılıyor’ deniliyor. Oysa fedakârlık yapmak gerekir. Bir örnek vermek isterim. Eskiden şehirlerarası otobüsler en fazla 32 kişilikti ve yolcuların büyük kısmı sigara içiyordu. Uçaklarda da sigara içmek serbestti. Yasaklar geldi ve zamanla herkes alıştı. Demek ki oluyor. Bu millet alışıyor. Burada çok güzel bir plajımız var. Bu bölge için büyük bir nimettir. Yaz aylarında geldiğimde üzülüyorum. Sigara içenlerin büyük bölümü izmaritleri kuma atıyor. Oysa çocuklar oraya kül tablaları, çanaklar koymuş. Buna rağmen izmaritler kuma atılıyor. İşte çevre bilinci dediğimiz şey tam da budur. İnsanları bilinçlendirmek ve gerektiğinde ağır yaptırımlar uygulamak zorundayız. Sözlerimi tamamlarken şunu da ifade etmek isterim: İki dönem milletvekili olarak Çanakkale’ye hizmet etme imkânı buldum ve bugün milletvekilliği emekli maaşı alıyorum. Boğazımdan geçen lokmada, içtiğim suda Çanakkale halkının hakkı vardır. İlk gün Çanakkale’ye geldiğimde söylediğim sözü tekrar ediyorum; ömrüm boyunca Çanakkale’ye olan borcumu ödemem mümkün değildir. Ben her zaman Çanakkale’nin ve Çanakkalelinin emrindeyim. Çanakkaleli hemşehrilerimin de haklarını bana helal etmelerini diliyorum. Hepinize sağlık ve mutluluklar diliyor, teşekkür ediyorum.”

Siyaset, devlet yönetimi ve toplumsal hafıza açısından önemli değerlendirmelerin paylaşıldığı bu özel sohbetin, okuyucularımız için hem öğretici hem de ilham verici olacağına inanıyoruz. Sayın Ahmet Hamdi Üçpınarlar ve eşi Leman Üçpınarlar’a nazik ev sahipliği ve samimi paylaşımları için teşekkür ediyorum.

(ERHAN TAYLAN)
Paylaş