yandexmetrikacounter
Ege'nin başladığı yer Küçükkuyu'dan, Kafkas | Çanakkale Olay

Ege'nin başladığı yer Küçükkuyu'dan, Kafkaslara uzanan yolculuk…

Artvin Cerrattepe'de yaşanan destansı bir direnişin son birkaç gününe tanıklık eden Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği'nden Süheyla Doğan'ın izlenimlerini sizlerle paylaşıyoruz…

1578

 Artvin’de halkın yıllar süren direnişi sonucu Cerattepe’ye giremeyen madencilerin maden alanına çıkışını kolaylaştırmak ve direnişi kırmak için 5-6 ayrı ilden 6 bin polisin Artvin’e doğru yola çıktığı haberi ile birlikte kalbimiz Artvin’de atmaya başladı. 

Cerattepe yolunda halkın Cerattepe’ye iş makinelerinin çıkışını engellemek amacıyla 300 aracı yola park ettiklerini, ancak iş makineleriyle araçların yoldan çekildiklerini, direnen halka gaz ve plastik mermi ile müdahale etmeye başladıklarını öğrenmeye başladığımızda, aklımız da orada kaldı. 
Araçlar iş makineleri tarafından çekilmiş, yol açılmış, gazla, plastik mermiyle polis yol geçişlerine hakim olmuş ve iş makinelerini ve madencileri Cerattepe’ye çıkarmıştı. Yeşil Artvin Derneği ile haberleşmeye başladık. Ertesi gün Cerattepe’ye çıkmak isteyen kadınlara da polis orantısız güç kullanarak ağır bir şekilde saldırmış, yüzlerce kadın gazdan perişan olmuş, 26 kişi de yaralanmıştı. Saldırıdan kaçan bir kadın yüksek duvardan düşmüş iki bacağı birden kırılmıştı. Altınoluk’ta bir basın açıklaması yaparak olayı kınadık ve Artvin Halkının yanında olduğumuzu, ancak, uzaktan haberleri izlemeyle kalmak olmuyordu. Artvin’e gidilmeliydi. 
Derneğimizi temsilen birimiz gitmeliydik. Hem bir kişi, bir kişiydi. Biletimi aldım, Trabzon’a kadar uçakla gidecektim, sonrası karayoluyla devam. Derneğimizin 20-21 Şubat tarihlerinde gerçekleştirdiği “Aracısız Doğal Ürün Ağları Çalıştayı”nın son oturumunda Artvin için çember oluşturduk ve “Diren Artvin, Kazdağları Seninle” dedik ve videosunu paylaştık. Video kısa sürede 80 bin’in üzerinde erişime ulaştı. Çalıştayı bitirir bitirmez 22 Şubat sabah erkenden günü yola çıktım. Önce İstanbul, sonra Trabzon... Minibüsle Hopa’ya ulaştım. Hopa’da Artvinli bir Dernek üyemizin bir yakını karşıladı beni. Hopa’nın aydın insanlarının gittiği güzel bir kafeye oturduk. Arkadaşımın yakını kolluk kuvvetlerinin Artvin’e geldiği gün Nöbet Evi’nde kendilerinin olduğunu, haberi alır almaz halkı toparlamaya çalıştıklarını ancak polisin orantısız gücü karşısında savunmasız halkın yolu açmak zorunda kaldığını söyledi. Ama “Geldikleri Gibi Giderler” dedi. 
Artvin’e araç tek bir yolcuyla kalktı, benden başka kimse yoktu. Ormanların içinden dağlara doğru kıvrıla kıvrıla giden yola koyulduk. Manzara müthişti. 5-6 sene önce de ziyaret amacıyla gelmiştim Artvin’e, ama konaklamamıştım. Yol boyu şoförle madenle ilgili sohbet ettik. Her şeyi en ince detayına kadar biliyordu. Şaşırmıştım... 
Biz Artvin yoluna devam ettik. Doğa birden bozuldu, Borçka Barajı yüzünden Çoruh Vadisi’nden neredeyse su akmıyordu, nehrin başına gelenleri görünce gözlerim doldu. Bir yandan dere ıslahları, bir yandan yol inşaatları Çoruh Vadisi’ni mahvetmişti. Şoför barajın bölgeye hiçbir yarar sağlamadığını, tersine doğayı ve iklimi mahvettiğini, bir sürü köyün ve tarım alanlarının baraj altında kaldığını, bir sürüsünün de ulaşımının kesildiğini söyledi. Bari elektriği bölgeye ucuza verselerdi... Ne gezer... 
Dağları yararak yapılan yeni yoldan ilerliyorduk. Sonra yeniden çıkmaya başladık ve ver elini Artvin. Hava kararmaya başlamıştı, Artvin ışıkları göründü. Beni de bir heyecan aldı. Bakalım Artvin girişinde de kontrol var mıydı? Nitekim beklediğimiz gibi, yine bir güvenlik çemberi daha... Aracımız yine durduruldu, polis eğilip aracın içine baktı, minibüsle geldiğimden ve tek başıma olduğumdan beni yerli Artvinli sanmış olmalılar, yine kimliğimi istemediler, “Geçin” dediler. Bir “ohh” çektim doğrusu, buraya kadar gelip Artvin’e alınmama olasılığı da vardı. 
“Artvin’i Yağmacılara Teslim Etmeyeceğiz” pankartı karşıladı beni Artvin’de. Derneğin yerini sordum, hemen önüme düşüp gösterdiler. İçeriye girdim, masanın başındaki arkadaşa kendimi tanıttım. Daha önce yazışmış ve konuşmuştuk. Anımsadı. “Ben geldim, bir kişi bir kişi, elimden ne gelirse yapmaya hazırım.” dedim ve ekledim: “Kaz Dağı sizinle.” O da “Varlığınız yeter, hoş gelmişsiniz.” dedi. Oturdum, Derneğin diğer yönetim kurulu üyeleriyle tanıştım. Sürekli birileri girip çıkıyordu Dernek Merkezi’ne, bir yandan da basın odası gibiydi. İMC TV, Hayat TV, Halk TV, Aydınlık Gazetesi kameraman ve muhabirleri, birkaç gazeteci, dergi daha... Sürekli haber takip ediyorlardı. 
Hastane önünde, kadınlara saldırının yapıldığı ve bir kadının düşerek bacaklarını kırdığı yerde basın açıklaması yapılıyordu. Artvin Kadın Platformu adına yapılan açıklamada: “Biz kadınlar olarak Cerattepe’ye gidip ağaçlarımızı kesip kesmediklerini gözlerimizle görmek istedik, elimizde silahımız yoktu, barışçıl bir şekilde yürüyecektik ancak polis bize gazla, plastik mermiyle saldırdı, bir sürü arkadaşımız yaralandı. Zeyno arkadaşımız beş metreden düşerek iki ayağını birden kırdı, 3 ay yürüyemeyecek. Kadınlara yapılan bu saldırıyı kınıyoruz, yaralanan arkadaşlarımıza geçmiş olsun diyoruz. Bugün Adliye’ye gidip Vali, Jandarma ve polis hakkında suç duyurusunda bulunduk. Cerattepe’yi savunmaya kararlıyız” deniliyordu. Kadınların davul çalarak destek verdiği açıklamaya müdahale olmadı ve barışçı bir şekilde sona erdi. 
Saat sekiz olmuştu, tava tencere sesleri başladı, korna sesleri de eşlik ediyordu. Hemen kendimi dışarı attım. Sokaktan araçlar korna çala çala geçiyor, balkonlardaki kadınlar ve çocuklar tava tencere çalıyor, restoranlarda çalışanlar eşlik ediyordu. Bir süre heyecanla izledim, sonra da fotoğraf çektim. Bu arada esnafın birisi de yol kenarındaki çöp kabına elindeki bir sopayla ritmik bir şekilde vuruyordu. Benim öyle dikildiğimi görünce “Siz de vurmak istemez misiniz?” diye yanına çağırdı ve sopayı elime verdi. Ben de tüm gücümle vurdum. Sonra sırayla vurduk, biraz o, biraz ben…
Ertesi gün, dernekte hummalı bir çalışma vardı, Başbakandan randevu gelmişti, dosya hazırlıyorlardı. Rahat çalışsınlar diye dışarı çıktık. Dışarıda gazeteciler vardı, sohbet ettik. Zaman Gazetesi, Aksiyon dergisi de vardı. Bir de Donkişot Osman. Zaman’ın Çevre muhabiri dikkat çekecek bir ayrıntı peşindeydi. Gazlı saldırıya kadınlarla birlikte onlar da maruz kalmışlar. Elinde bayrakla yere düşen ve polislerin yerde de tekmelerden nasibini alan bir kadını arıyorlardı. Bulurlarsa röportaj yapmak istiyorlardı. Foto muhabirin çektiği fotoğrafları gözden geçirdik, en önde bayrakla yürüyen iki kadın fotoğrafını bulduk, sonra da aynı kadınlara tazyikli su sıkılırken... Gezi’deki gibi. Kadının fotoğrafını Artvinlilere gösterdik, hemen tanıdılar, birkaç telefondan sonra kadının izini, adresini buldular. 
Ayşe direnişi anlattı, zaman zaman sesi titriyor, heyecanlanıyor, adeta acımasız saldırıyı yeniden yaşıyordu. “Elimizde bayrağımız yürüyorduk, polis önümüzü kesti, bizi bırakmadı, itip kakmaya, yumruklamaya, tekme atmaya başladı, biz de direndik, sonra da gaz ve plastik mermi yedik. Ben o arada düştüm, bayrak da düştü, bayrağımı kaldırmaya çalıştım, polis tekmelemeye devam etti, bayrağın üstüne bastı. O arada ben çok gaza maruz kalmışım, bayılmışım, beni hastaneye kaldırmışlar.” dedi. Ayşe ile biraz da barajın etkisi hakkında konuştuk. “Bir sürü köyümüz gitti, toprağımız gitti, hava değişti, ağaçlar hastalandı, artık zeytinlerimiz olmuyor, bize hiçbir yararı yok, tersine bir sürü zararı var” dedi. 
Gazetecilere takılmıştım ya, birlikte bacakları kırılan Zeyno’yu ziyarete gittik. Ziyaret saati olmamasına rağmen doktor hemen görüşmemize izin verdi. Zeyno da çok dirençli görünüyordu, memleketi uğruna bacakları feda olsundu. O da suç duyurusunda bulunmuştu. Çok güler yüzlü, sempatikti. Destek için Ankara’dan gelmiş, ama doğma büyüme Artvinliymiş. Zeyno’ya acil şifalar dileyerek hastaneden ayrılıp Acil Servis girişindeki kafeteryaya gittik. Kafeterya çalışanlarından biri de orada hizmet verirken, polisin plastik mermisi gözüne gelmiş. Gözü bandajlıydı. Durumu perşembe günü belli olacaktı. Nasıl oldu acaba? Bu arada polisin müdahalesi ile kafeteryanın kırılan camlarını gördük. 
Sohbet ettiğimiz masada bir genç daha vardı. O girdi söze, “Ben de maden sondajlarında çalıştım, son sondaj yaptığım yerde sağlam yerlerin sonuçlarını çürük çıkardım, firma da beni işten attı” dedi. Uzun uzun konuştuk. Sonra genç bizi arabasıyla aşağıya kadar bırakmakta ısrar etti, dolmuş vardı oysa ama kıramadık. Bu ne incelik, bu ne misafirperverlikti…
 “Maden İçin Referandum yapılsın, halk karşı çıkar, yapamazlar” sözleri ise Artvinliden olumlu yanıt bulmadı. Yaşamın referandumu olmazdı. Halk zaten yıllardır madene karşı olduklarını açıklıyorlardı, daha ne referandumu? Basın açıklamasının ardından binlerce kişi yürüyüşe başladı. Cep telefonlarının ışıklarını açınca sanki binlerce ağustos böceği gibiydi kalabalıklar. Valiliğin önüne gelindi, “Vali İstifa” sloganları yükseldi. Polisler her yerde teyakkuzdaydı. Ama bir müdahale olmadı, binlerce insana cesaret edemezlerdi. Saat 20.00’de araçlar klakson çala çala geçmeye başladı. Ona eşlik eden tencere tava sesleri... Ben de meydandaydım. MHP’lisinden, CHP’lisine, Halkevlerinden tüm siyasi görüşlere kadar, esnafı, çiftçisi, bilim insanı, evde çalışan kadınlar, memurlar, tüm Artvin, yaşam alanlarını savunan herkes birlikte mücadele ediyor. 
Bu arada, Neşe Hanım ve heyet arkadaşları, Davutoğlu ile bir araya gelmek için Ankara’ya doğru yola çıktılar. Heyeti AKP’li Belediye Başkanı ve İl Başkanı birlikte belirlemişler, gitmesi gerekip de gidemeyenler, gitmemesi gerekip de gidenler olmuş. Ancak bu gibi durumlarda sakin olup, pire için yorganı yakmadan genel çıkarı gözetmekte fayda var, nitekim Dernek de öyle yapmış, asgari müştereklerde birleşerek heyeti oluşturmuşlar. 
Akşam eve dönüyoruz, o gün eve bir ceza ihbarı gelmiş, ceza nedeninde aynen şöyle yazıyor:  “Caddeyi yola kapatmak, trafikteki diğer kurallara uymamak.” Tutar: 92 TL. Şaka gibi. O gün yolu kapatan tüm arabalara bir de para cezası geliyor. Peki, sonra kim yolu kapatıyor ve ulaşımı kesiyor? Onlara cezayı kim kesecek? Yine ev sahiplerimizin tüm sıcaklığı ile çayımızı içip sohbet ediyoruz. 
Artvin’e gelişimin üçüncü günü... Herkes dernekte Ankara’dan gelecek haberi bekliyordu. Bu arada benim ev sahiplerim beni gezdirme telaşına düşmüşlerdi. Önce Atatepe’ye, Türkiye’nin en büyük Atatürk Heykelinin bulunduğu yere götürdüler. Heykel çok heybetliydi. Heykelin kaidesi bir restorandı. Ancak AKP’li belediye işletme ruhsatı vermemiş, tesis atıl kalmış, neredeyse çürümeye terk edilmiş. Manzara da müthiş. Artvin’i karşıdan görüyorsun, bir de Çoruh Vadisini. Atatepe’den kıvrıla kıvrıla iniyoruz yine. Bu kez Çoruh üzerindeki diğer barajı, Deriner Barajı’nı görmeye gidiyoruz. Ev sahibimizin köyü ve arazileri bu baraj altında kalmış. Kendilerine verilen istimlak bedeli ile merada kendilerine bir ev yapmışlar. Ancak köylerini, köydeki evlerini, anılarını özlüyorlar. Anılar gömülmüş sulara... Bir de kutsal zeytin ağaçları... O bölgede çok güzel zeytin olurmuş, hepsi barajın altında kalmış. İki Selçuklu yapısı da kalmış suların altında, tıpkısını yapmaya çalışmışlar yol üstüne... Karşıda 40 dönüm bir düzlük vardı, çok verimli, Artvin’de böyle düzlük bulmak vardı, çok verimli, Artvin’de böyle düzlük bulmak Baraj gövdesini görüyoruz, 249 metre derinliğinde bir gövdesi var, sanırım en derin baraj gövdesi. Ne kadar beton gömülmüş, ne kadar para harcanmış, akıl alır gibi değil... Yine bu barajda da karşı kıyıda kalan ulaşım açısından çok mağdur olmuş, eskiden nehir üstünde köprüleri varmış, karşıya geçip Artvin’e gelirlermiş, şimdi köprüler barajın altında kalınca dağları aşmaları gerekmekteymiş. Bir baraj nelere yol açıyor... Hiç can suyu bırakmamışlardı nehire, gözlerimle gördüm, derlerdi de inanmazdım, suç duyurusunda bulunsam dedim... Vakit kalmadı... Baraj kenarlarını gördükten sonra, son kalan ve can çekişen zeytin ağaçlarının resmini çekiyorum. 
Derneğe dönüyoruz, bütün basın heyecanla bekliyor. Saat 13.00 oluyor, ilk haber Artvin Belediyesi’nin sosyal medya hesaplarından duyuruluyor: “Hukuki süreç tamamlanıncaya kadar madencilik faaliyetleri durdurulacak” 
Heyet temsilcileri henüz telefonlarını açmıyor, kendilerine ulaşılmaya çalışılıyor. Daha Bakanlarla toplantı halindeler, o nedenle telefonlara yanıt veremiyorlar. Herkes merakla “Polisin Artvin’den geri çekilmesi ve maden alanındaki madencilerin ve alet edevatlarının alandan geri çekilmesi” konusundaki gelişmeleri merak ediyor. 3 saatlik daha bir toplantı süresinin saat 16.00 civarında heyetten haber geliyor. “Hukuki süreç tamamlanana kadar, faaliyetler durdurulacak, ancak polisin geri çekilmesi, Cerattepe Yolunun yeniden halkın ulaşımına açılması ve şantiyenin kaldırılması konusunda Başbakanlık her hangi bir söz vermiyor. Bundan sonra yapılacak eylemlere bağlı diyorlar, yasa dışı gösteriler olursa polis müdahale etmek için orada olacaktır!!!
Esnaf kolluk kuvvetlerine çok tepkili, bazı restoranlar yemek servisi yapmıyor, ev sahipleri kiracı polisleri evlerinden çıkarıyor. Çoğu esnafın camında “Bu iş yeri Cerattepe’ye müdahale edileceği anda kapatılacaktır” yazıyor. 
 
Müthiş bir dayanışma. 
Bugün İda Dayanışma Derneği ve Çanakkaleli STK’lar da bir otobüsle yol çıktı, yarın sabah burada olacaklar. Saat sekizde ev sahibemle birlikte balkona çıkıp tencere tava çalıyoruz. Çok zevkli, en çok kadınlar ve çocuklar bu eylemi seviyor. Balkonlardan karşılıklı laf atmalar, balkona çıkmayanları gözetlemeler, gecikenleri merak etmeler... Tencere tava işi ayrı bir direniş oldu. Ertesi gün uyandığımda içimi bir hüzün kaplıyor. Onurlu direnişine sahip olduğum Artvin’den birkaç saat sonra ayrılacağım. Bizimkileri arıyorum neredeler diye, Hopa’ya gelmişler. Bir buçuk saat sonra burada olurlar. Sanırım ben ayrılmadan yetişecekler. Görüşür sarılırız. 
Çantam hazır, Derneğe iniyoruz, Çanakkalelileri karşılamaya. Arıyorum, “5 Dakikaya ordayız.” derken,  “Allah Kahretsin, yine çevirme, yine GBT” diyorlar. Bekliyoruz mecburen... Sonra gecikince biz onların yanına gidelim bari diye Artvin girişine geliyoruz. GBT’ler bitmiş, ancak polis otobüsü bırakmamış, minibüslerle çıkın demiş. Kucaklaşıyoruz tanıdıklarla. Hepsi çok heyecanlı. Birlikte Derneğe gidiyoruz. Trabzon otobüsüne yetişmem için yarım saatim kaldı, Dernek temsilcileri onlara açıklama yapıyor, projeyi, gelişmeleri aktarıyor, ben de 3 gün boyunca yaşadıklarımı 10 dakikaya sığdırarak anlatmaya çalışıyorum. 
Artvin’de iki ruhsat var, birisi Genya Bakır Madeni, diğeri Cerattepe altın madeni. Proje ÇED dosyalarında, Genya Bakır Madeninin kapalı galeri usulüyle çıkartılacağı yazılı, Cerattepe ise açık ocak şeklinde işletilecek. Ancak Başbakanlık sanki bakır işletmesi açıkmış da kapalıya çevirmişler gibi anlatıyor, altın madenini ise sanki yok sayıyorlar, bu konuda hiç cevap vermiyorlar. Genya Bakır Madeni alanı, şehrin hemen üstüne kadar geliyor. Haiti Vadisi Milli Parkı hemen bitişiğinde. Kafkasör Turizm Merkezi ruhsat alanının tamamen içinde kalıyor. Artvin halkı her yaz yaylaya Kafkasöre çıkıyor, şenlikler yapılıyor. Atabarı Kayak merkezi de hemen bitişiğinde. Bölgede bir sürü endemik bitki var. Önemli ekosistem alanlarından. Artvin’in içme suyu kaynağı da maden ruhsat alanı içerisinde.
Buralara kıyılır mı? Ey Cengiz, bunun hesabını yarın nasıl vereceksin? 
Zaman ayrılık vakti. Doğru otogara. 
Bana eşsiz bir ev sahipliği yaptılar. Derneğin tanışma fırsatı bulduğum yönetici ve üyelerine de sonsuz teşekkürler. 
Kulaklarımda Artvinlilerin sesi:
 “Direne Direne Kazanacağız.” 
“Cerattepe Geçilmez, Artvin Yenilmez.”
Aklımız, gözümüz kulağımız sizlerde.
İnsan gibi insan Artvinlilere Kaz Dağı’ndan kucak dolusu sevgi ve selamlar...
(Haber Merkezi)
Paylaş