Selanik, taşra kısmı, Girit Adası, gelen nüfusun %85’i tarımla uğraşmaktadır. Girit göçmenlerinin ayrı bir konumu vardır. Türkler kent merkezlerinde ve ticaretle uğraşıyorlar, Avrupa’yla sıkı bağları vardır ve kültürlüdürler. Rumlar ağırlıklı olarak kırsalda ve tarımla uğraşmaktadırlar. Anadolu’daki Rumlarla ters yapıları vardır. Anadolu’ya gelen Giritli Türkler boşlukları keşfedip doldurmuşlardır. Dezavantajları Türkçeyi bilmemeleriydi. Yerli halk tarafından “GÂVURLAR GİTTİ, GÂVURLAR GELDİ” denmeye başlandı. Camiye gittiklerini görüp, aynı Arapça duayı okuyup, namaz kıldıklarını görünce de “YARIM GÂVUR” oldular.
Salyangoz yemeyi seven Giritliler aleni yiyemedikleri ve nereden toplanacağını bilmediklerinden, bunun çözümünü de1889’da kaçak olarak gelen Giritler bulmuşlardır. Topladıkları salyangozları çuval içinde “Karidya! Karidya!”, “Ceviz! Ceviz!” diye satmışlar ve kabuklarını bahçeye gömmüşler, bu da ortaya çıkınca, tepki görmüşler, “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” deyimi ortaya çıkmıştır.
Farklı etnik topluluktan olsa da, farklı dil kullanılsa da Türkçe bilmese de inançları nedeniyle Anadolu’ya farklı etnik topluluklar zorunlu olarak gönderilmiştir. Meslekleriyle ilgili, uğraştıkları tarım alanlarıyla ilgili çarpık iskânlar yapılmıştır. Dağlılar ovaya, ovada yaşayanlar dağlık bölgelere yerleştirilmişlerdir.
İskân sorumlusu görevliler, yetkilerini istismar ederek, yararlarına göre kullanıyorlardı, yakınlarını kayırma, rüşvet, haksız kazanç ve gözü açık varlıklı itibarlı mübadillerin dedikleri oluyordu. Sorumlu olanlar, “sorumluluğun adamı” değillerdi. Mübadillerin sırtından, “MÜBADELE ZẦDE”ler çıktı ve bu önlenemedi. Yerliler mübadillere soğuk davrandılar, mesafe koydular, uyum sağlayamadılar, kız alıp vermediler, aralarında sanki “görünmeyen duvar” örülmüştü.
İskân olarak bir köye gönderilen köylüler, köyün işgal edilmiş olduğunu görünce, sorunlarını anlatacak sorumlu bulamıyorlar, Anadolu’ya gelmekle sorunlar çözülmüyordu. Daha büyük sıkıntılar yaşadılar.
İskân politikası kâğıt üstünde güzeldi ama gerçekler, kâğıda hiç uymuyordu.
Siyasiler mübadeleyi kendi hanelerine “BAŞARI” olarak yazsa da, 4-5 kuşak üzerinde derin travmalar, yaralar bırakacağını göz ardı etmişlerdi.
“Görünmeyen duvarların” hâlâ var olduğuna inanıyorum.
- Homojen bir yapıya ulaştık mı?
- Ulus devlet olabildik mi?
- “İnanç” neden maşa olarak kullanıldı?
- 100 bine yakın Türk Ortodoks tek kelime Rumca bilmedikleri halde, rızaları da yoktu, gitmeleri önlenemez miydi?
- Mübadiller turist olmadıklarına göre neden ücretli taşındı?
- Mübadele; “UNUTTURULMALI MIDIR?”, “CANLI VE DİRİ” tutularak “HATIRLANMALI MIDIR?”
- Mübadelede insanlar travma yaşamışlardır. Acaba; terk edilen hayvanlar, kuşlar, ağaçlar, kediler, köpekler, çocuklar nasıl bir travma yaşadılar?
- Ağlayanların gözyaşlarıyla, “MÜBADELE ZẦDE” olan, anlı-şanlı-ünlü Türkiye zenginleri kimlerdir?
Tarihi tanımlarsak; dünü, çok iyi bilmek, bu günü anlamlandırmak, yarını, bunların üzerinden inşa etmektir. Tarih en ucuz tecrübe kaynağıdır.
Mübadeleyi kulaktan dolma bilgilerle öğrendik. Yazılanlarda genel olarak, “Türk-Yunan sorunu çözüldü” olarak yazılıyordu. Oysa; bu gün bile Türk-Yunan sorunu çözülmemiştir. İlkokulda geleneksel düşmanın Yunanistan olduğunu öğrendik. 1923’de mübadele anlaşması ile bütün sorunlar çözüldüyse, sık aralıklarla yaşanan “GERGİNLİK”ler niye?
Yoksa; siyasilerin beslenme alanı mıdır?
Mübadeleyle ilgili yazılar 1990’larda yazılmaya başlanmıştır. Mübadeleyi yaşayanların anlattıklarıyla “Mübadele Güzellemesi” yapanların anlatımları hiç çakışmıyor. Mübadele insanlık tarihi açısından “KARA” bir lekedir. “Mübadele” gibi bir yöntemi insanlık üzerinde denenmemesi için, suskunluk üzerinden gelenek oluşturmayalım.
Mübadillerin hepimize, insanlığa bıraktığı “BİLMECE”yi birlikte çözelim.
Bu “bilmeceyi” birlik olursak daha çabuk çözeriz, daha kolay çözeriz.
Türk-Yunan dostluk ilişkilerinde “KATALİZÖR” mübadiller olmuştur, “dostluğun ve barışın” kalıcı olması kendi elimizdedir.
“Barış” içinde yaşanılacak bir dünyayı çocuklarımıza bırakmak için bize görev düşmektedir.
“Güneşi görmek istiyorsak, karanlığı kazımalıyız”
Bu acıları yaşamak mı?
BİR DAHA ASLA...!”
30 Ocak “Mübadele Günü” ilan edilmeli,
Mübadele, ders olarak müfredata girmelidir.