Binlerce yıl boyunca Homeros’un İlyada destanında bahsettiği Truva, birçok tarihçi ve arkeolog için sadece bir edebi anlatıydı. Tanrıların karıştığı bir savaş, güzeller güzeli Helen’in kaçırılması, on yıl süren kuşatma ve tahta atla gelen son… Peki bu yaşananların ne kadarı gerçekti?
X'te @_HistoryNerd isimli kullanıcının oluşturduğu threada göre bu sorunun cevabı, 19. yüzyılda arkeoloji tarihini kökten değiştirecek bir adamla, Heinrich Schliemann ile şekillenmeye başladı.
1871 yılında, Alman bir iş insanı olan Heinrich Schliemann, Türkiye’nin kuzeybatısındaki Hisarlık adlı bir tepede kazı çalışmaları başlattı. Amacı büyüktü: İlyada’da anlatılan efsanevi Truva’yı bulmak.
Kazılar sonucunda Schliemann, sadece bir şehir değil, üst üste kurulmuş dokuz farklı yerleşim katmanı keşfetti. Bu katmanların tarihi yaklaşık 5.000 yıl öncesine kadar gidiyordu. Ancak Schliemann kazarken derine hızlı inmek uğruna antik döneme ait pek çok yapıyı tahrip etti.
Kazılar sırasında altın bir hazine bulan Schliemann, bunun Truva Kralı Priamos’a ait olduğunu iddia etti. Dünya basını bu haberle çalkalandı. Ancak tarihçiler daha sonra hazinenin İlyada’daki savaştan yaklaşık 1.000 yıl daha eskiye ait olduğunu ortaya koydu.
Schliemann’ın Truva iddiası bir süre sonra güvenilirliğini yitirdi. Arkeoloji dünyası Truva’yı yeniden sadece bir efsane olarak görmeye başladı.
Tarihler 1988’i gösterdiğinde, bir başka Alman arkeolog Manfred Korfmann sahneye çıktı. Aynı bölgede, daha gelişmiş teknolojilerle yeniden kazı çalışmaları başlattı. Odağını, yaklaşık M.Ö. 1250 yılına tarihlenen 6. yerleşim katmanına çevirdi. Bu dönem, Truva Savaşı'nın geçtiği yıllar olarak kabul ediliyordu.
Ancak bir sorun vardı. O dönemki Truva çok küçük görünüyordu. Londra’daki Tower of London kadar bile değildi. Bunun üzerine Korfmann ve ekibi, bölgenin çevresinde manyetik tarama yaptı. Ve şaşırtıcı bir bulguya ulaştılar.
Hisarlık tepesinin çevresinde, kayaya oyulmuş 4 metre genişliğinde devasa bir savunma hendeği bulundu. Bu, küçük bir köy değil, tam anlamıyla surlarla çevrili bir şehir olduğuna işaret ediyordu. Alanın büyüklüğü, daha önce sanılandan 13 kat daha fazlaydı ve yaklaşık 10.000 kişilik bir nüfusu barındırabilecek kapasitedeydi.
Kazılarda yalnızca hendek bulunmadı. Aynı zamanda, yakılmış surlar, bronz ok uçları, insan ve at kemikleri ve M.Ö. 1250 yılına tarihlenen yıkım katmanı da keşfedildi. Bu bulgular, Homeros’un tarif ettiği büyük yangın ve savaş sahnelerini doğrular nitelikteydi.
Bir başka itiraz ise coğrafi bir detaydı: Homeros Truva’yı bir kıyı şehri olarak tanımlıyordu. Oysa Hisarlık, günümüzde denizden 6 kilometre içerideydi. Ancak jeofizik uzmanları toprağın altına sondaj yaptığında, binlerce yıl öncesine ait deniz tortuları buldular. Yani 3.000 yıl önce, burası gerçekten de bir liman kentiydi.
Kazılar sırasında bulunan M.Ö. 1100’e ait bir mühürde, antik Anadolu dillerinden biriyle yazılmış “Wilusa” adlı bir şehirden bahsediliyordu. Bu şehir, Hititler ile müttefik bir krallık tarafından yönetiliyordu.
Homeros’un Yunancasında Truva’ya verilen ad neydi? İlios.
“Wilusa” kelimesiyle “İlios” arasında neredeyse birebir bir ses benzerliği bulunuyordu. Bu da, Homeros’un bahsettiği Truva’nın aslında Wilusa olduğunu düşündürdü.
Hitit kaynaklarında Wilusa’da “Kutsal Yeraltı Yolu” olarak tanımlanan bir yapının varlığına dair ifadeler yer alıyordu. Korfmann ve ekibi bu bilgilerin peşine düştü ve 100 metre uzunluğunda, içinden hâlâ tatlı su akan bir antik kanal keşfetti. Bu detay da Homerik anlatımlarla birebir örtüşüyordu.
Bugün Truva’nın yeri artık arkeoloji dünyası tarafından büyük oranda kabul ediliyor. Tahta at hâlâ sadece bir efsane olabilir. Helen’in gerçekten yaşayıp yaşamadığını ise asla bilemeyebiliriz. Ancak şunu biliyoruz ki, Truva gerçekti ve büyük bir savaşla yerle bir edildi.
Üstelik Truva yok olmadı. Savaştan yaklaşık 500 yıl sonra, Romalılar bu kutsal şehri yeniden inşa etti. Yeni adıyla İlium, imparatorluk döneminde kutsal bir merkez haline geldi. Roma halkı, kökenlerini Truva kahramanlarına dayandırdı. Julius Caesar bile buraya hac ziyareti yaptı.
Bugün Truva, efsanenin ötesinde; tarihin, kültürün ve hafızanın somut bir parçası olarak yaşamaya devam ediyor. Efsane, arkeoloji sayesinde hakikate dönüştü.
(HABER MERKEZİ)