İYİ Parti Çanakkale Milletvekili Rıdvan Uz, Gülgûn Feyman’ın YouTube kanalındaki Ne Oluyor isimli programına canlı yayına konuğu olarak katıldı.
Çanakkale’de yaşanan orman yangınlarında yalnızca yeşilin değil, geleceğimizin de yandığını söyleyen Feyman’ın “Ne oldu da biz orayı koruyamıyoruz? Ne oluyor?” sorusuna yanıt veren Uz şunları söyledi:
“Çanakkale’de 20 gün içinde 8’inci yangın bu. Çanakkale’yi bilenler için söyleyeyim; Ayvacık, Ezine ve Bayramiç ki burada ciddi anlamda evlerimiz de yandı. Çanakkale Güzelyalı Dardanos bölgesinde 100’den fazla ev yandı. Hâlihazırda orası içine atom bombası atılmış gibi. Yine üniversitenin içinde, şehre kadar gelen, yukarıda Radar Tepesi denen tamamen mesire yerlerinin de yandığı; üniversite içinde bir bölümün tahrip olduğu bir yangından bahsedebiliriz. Yine Lapseki Umurbey bölgemizde, bugün de kontrol altına alınan Gelibolu Yarımadası’ndaki ciddi yangınlar var.
Tabii ki arka arkaya Çanakkale’de bu kadar yangının olması Çanakkalelilerin kafasını karıştıran bir unsur. Çanakkale hiç tarihinde bu kadar aynı dönem içerisinde büyük yangınla karşı karşıya kalmamıştı. Yine geçen gün Denizgöründü dediğimiz bir bölgemizde aynı güzergâh üzerinde, dört noktada aynı anda, üçer beşer dakika arayla yangın ortaya çıkması ve ciddi anlamda bir motorlunun orayı yakma çalışmalarının görülmesi dolayısıyla Çanakkale’miz yakılıyor diye düşündürüyor. Dolayısıyla acaba Türkiye’nin her noktasında aynı sorun mu var diye düşünmeye başladık.
Söndürmede de tabii ki bizim insanımız, itfaiyemiz, AFAD’ımız elinden gelen mücadeleyi veriyor ama bir acil eylem planı olmadığı için burada da çok eksik kalıyoruz.
Çanakkale’nin merkezinde en son meydana gelen Dardanos’taki orman yangının 300 metre ilerisinde Orman Bölge Müdürlüğü’nün Acil Yangın binası var, yani müdahale yeri olan bölge var. Fakat biz 300 metre ilerimizdeki yangını söndüremediğimiz için Dardanos ve Güzelyalı’da 100’den fazla evimiz yandı ve bunlar deniz kenarında. Aynı yerin 20 metre ilerisinde de Çanakkale Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü var.
Yani görünürde varız ama acil eylem planı olmadığından, devreye sokulmadığından maalesef bu yangınlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Düşünün denizin kenarına 5 metre uzaklıkta eviniz var; aynı bölgede itfaiye var, aynı bölgede Orman Bölge Müdürlüğünün yangın birimi mevcut ama sizin evleriniz yanıyor. Suyun dibinde yanıyorsunuz.
Dolayısıyla o zaman biz nerede eksik yapıyoruz, bu eksikliği nasıl gideririzi görmek lazım.
Çanakkale’miz Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan, bilinen 2200’den fazla medeniyetin yaşadığı, 220’den fazla medeniyetin herkes tarafından sayılabildiği, aynı zamanda bu büyük milletin yedi düvele karşı mücadele verdiği tarihi alanları da kapsayan bir bölge. Dolayısıyla buralara çok daha büyük bir hassasiyet beklenirken, bunların olmadığını görünce biz Çanakkaleliler için “Ne yapıyorsunuz siz?” diye soruyoruz.
Biz de bu yangınların arkasından köy ziyaretlerimize hızlıca başladık. Köylülerimizin, insanımızın çok basit talepleri var. Muhtarlarımız bize traktörün arkasına bağlanabilecek iki tane 5’er tonluk su tankeri verilsin, biz yangını yerinde ve anında söndürebiliriz. Çünkü arazözün giremediği her yere traktör girebiliyor.
İki, bize küçükbaş hayvancılığı ormandan çekmesinler. Yaşlanan ağaçların en ufak bir kıvılcımda kendilerini yakma durumu vardır. Bunun önüne geçilmesi altlarındaki otların temizlenmesine bağlıdır.
Elektrik trafolarından kaynaklı yangınların nedeni altındaki otlardır. O otları kim temizler, küçükbaş hayvanlar temizler. Ormandan, orman köylüsünü çektiğinizde sıcaklık 35 dereceyi gösterdiğinde büyük yangın tehlikesi var.
Yani diyor ki bize iki tane su tankeri verin, küçükbaş hayvancılık için teşvik verin, biz kendi ormanımızı koruruz.
Bildiğim bir köyde çam fıstığı ekiliyor. Eken köylümüz. Sonra siz bunu alıp, hazır bir şirkete veriyorsunuz ve köylü oradan çıkıyor. Çocuklar iş bulamadığı için şehre taşınıyor. Yangın oluyor köyde genç yok müdahale edecek.
Böyle bir durum olunca siz köyü öğretmenden, köylüden, gençliden, bilinçli olmaktan, üretmekten mahrum bırakırsanız, beklenen sonuç budur. Hiç kimse suçlu aramasın, tek suçlu ve sorumlu iktidardır.
Köyümüzde bir muhtarı beş dönem seçerseniz, kapınızı çalıp zorla bir imza alabilirsiniz işiniz için. Ancak yeni seçilmiş bir muhtar “vatandaş gelse de işini halletsem” der.
Türkiye’de de yeni bir iktidar gelse de şu vatandaşın gerçek sorunlarına yönelebilse diyoruz.
Artık sistem öyle bir hale getirildi ki, kutuplaştırıldı ki…
Maden felaketleriyle ilgili hazırladığımız raporlar sümen altı edilmiş. Kartalkaya’da 39’u çocuk 78 insanımız yandı.
Dolayısıyla genel tabloya baktığımızda sorunların kaynağını kadroların liyakatsiz ve adaletten uzak olmasına bağlıyorum.”
Feyman’ın maden yasası ile birlikte yaşanan gelişmeler ile ilgili görüşlerini sorması üzerine Türkiye Cumhuriyeti Devletinin söz konusu yasa ile tamamen işgale açık hale geldiğini söyleyen Uz, sözlerine şöyle devam etti:
“Kaz Dağlarımız, İsveç’le eşdeğer oksijen üretiyor, bitki örtüsü bakımından da dünyanın en beğenilen noktası. Şimdi burada bir gün bir baktık ki 923 bin ağaç bir Kanadalı firma tarafından kesilerek, altın madenciliği yapılması için bir alan verildi. Hemen ardından 53 adet yine izinler ortaya atıldı.
Yoğun bir mücadele yaptı Çanakkaleli. Bu ağaçların kesilmesinin yanı sıra Dünya madenciliğinde bir ülkede çıkarılan madenler; bir başka ülke çıkarsa bile, yüzde 17 bandında çıkan altın o ülkeye bırakılırken; bu maden Türkiye’ye yüzde 4 veriyor. Biz de diyoruz ki bu yüzde 12’lik dilim nerede? Varsa kimin cebine gitti?
Çıkarılan altın, çıkarıldığı gün değil de onsun ayarının en düşük olduğu gün bildirilince bu dördün de altına düşüyoruz.
Çok daha vahimini biz Meclis’ten geçen Maden Yasasında yaşadık.
Maden Yasası ile ilgili diyor ki mera alanlarıyla ilgili ÇED ya da izni ile ilgili bir bürokrat üç ay içerisinde olumlu veya olumsuz bir görüş belirtmezse; burası olumluymuş gibi değerlendirilip; onay verilir diyor.
Yani diyor ki bürokrata, sen üç ay imzalama; ben üç ayın sonunda buraya olumlu rapor vereceğim diyor. Yani meraları maden sahası olmaya açıyor. Daha vahimi dördüncü grup madenler konusu…
Dördüncü grup madenler altın, gümüş, bronz, linyit gibi madenler ve bunun yanı sıra stratejik ve nitelikli madenler. Bu stratejik ve nitelikli madenler nedir diyoruz, “o gün ne lazımsa odur” diyor.
Yani toryum ve bor gibi değerli madenleri de o kategoriye sokarak; alanı herhangi bir ÇED raporu, bakanlık görüşü olmaksızın Cumhurbaşkanının oluşturacağı üst kurul tarafından üstün kamu yararı gözetilerek hızlıca kamulaştırılır diyor. Yani diyor ki ben buraya çökerim.
Burada maden varsa, SİT olsa bile, SİT’le ilgili bir bulguya rastlanıncaya kadar işlem devam eder. Ya zaten SİT olma sebebi oradaki bulgulardan kaynaklıdır. Her şeyimizi katlediyoruz. Sebebi ne İngiltere Londra Borsası’nın madenlerle ilgili talebi.
Türkiye hiç bu kadar emperyalistlerin kucağına düşmüş bir durumda olmadı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu yasa ile tamamen işgale açık hale gelmiştir. Bunun dönüşü ancak halkın birlikteliği ile olur. Biz bu maden yasası çıktıktan bir gün sonra bu Kanadalı firmanın ruhsatı iptal edilmişti ve anlaşma sağlandı. Niye, çünkü artık Maden Yasası var, ipler tamamen tek kişinin elinde.
İşte tam da bundan dolayı biz Çanakkale’deki maden sahası olan alanlarda birebir yangınlar çıkıyor. Kaz Dağları’nda bu beşli çete diye tabir ettiklerimize verilen bir bölge var.
Bir karar alıp Danıştay’a sunmuşlar; 8 cm çapı olan ağaç, ağaçtan sayılmaz diyor. Böyle mantık dışı işler de var. Alan su havzalarının olduğu yer. Kaz Dağlarının su havzaları hem Gökçeada’yı hem de Bozcaada’yı besleyen bir yer ve siz burayı madenciliğe açıyorsunuz.
Dünyanın en büyük kuraklığını yaşadığımız dönemde en önemli şey su iken, siz kalkıyorsunuz suyunuzu da hiç düşünmeden madenciliğe açıyorsunuz.
Bunun neyin karşılığında yapıldığını da artık milletin anlaması lazım.
Biz de millete diyoruz; siz olmazsanız evleriniz de bu Maden Yasası gibi şehirlerde de geçerli hale getirilir; evinize de malınıza da el koyarlar. O zaman da hiç kimsenin bu kaçırılmış trenin arkasından koşmaması lazım.”
İYİ Parti Çanakkale Milletvekili Rıdvan Uz, konuşmasının devamında ise şunları söyledi:
“Tarihi Gelibolu Yarımadası’ndaki mottomuz şu: Tarihe Saygı. Bu o kadar büyük bir cümle ki hem Anadolu’nun Balkanlar’dan hatta Afrika’dan bile insanların gelip bu kalenin düşmemesi için verilen bir mücadele var.
Bu kavram, düşman askerlerini de içine alan bir kavram. Onları da sahiplenen engin bir ruh var burada. Bu bölgeyi koruyamamak nedir? Bu bölge ile ilgili boyun eğmek nedir.
Atatürk’ün saatinin parçalandığı yer olan Conkbayırı’nda Avustralya-Yeni Zelandalılar’ın bir anıtı var. Hiç alamadıkları o bölgeye bir anıt dikilmesine izin verilmiş. Biz de daha sonra oraya Mustafa Kemal Atatürk’ün at üzerinde bir anıt dikmek istiyoruz. Bize diyorlar ki bu anıttan daha yüksek yapamazsınız. Kendi ülkende parya olmak bu demek. Biz bunları kırma mücadelesini vermemiz gerekirken bizi yangınla, madenciliğin yabancılara peşkeş çekilmesi ile uğraşıyoruz.
Çanakkale’de bizim ağrımıza giden, böyle kutsal ve ulviyeti yüksek dünyada herkesçe bilinen noktaların korunamıyor olması. Bununla ilgili önlem almak bu kadar zor mudur? Yangının mutlaka birçok tedbiri olur.
Avrupa’da devlet var; yangını söndürür millet evinden çıkmaz. Bizde de millet var yangını söndürüyor, devlete yol gösteriyor. Artık devletin de milletini görme vakti gelmiştir.
Lapseki bölgemizde şeftali, erik, kiraz, kayısı yetişiyor; diğer bölgelerimizde de zeytini ile meşhur. Bu ağaçlar su biriktiren ağaçlar olduğu için yanma süreçleri çok daha geç. Köylülerimiz buradan ekmek yediği için buraların altını sürüyorlar dolayısıyla ot bitmiyor ve yangından zarar görmüyor.
Köylü çam kozalağı toplasa ormandan ceza yazıyorsunuz. Hayvanını salsa altında ot bitmeyecek, yangınlar engellenecek. Tabii ki çam ağaçları belirli bir yaştan sonra daha yanıcı hale geliyorlar. Dolayısıyla oralara zeytin ağacı dikmek gerek.
Orman vasfını kaybetmiş arazileri köylümüze verirseniz gözü gibi bakar. Oradan aldığı gelirle de vergi öder, devletine katkı sunar. Ancak biz napıyoruz, çam ekiyoruz.
Biz bu noktalarda işin ehli insanları dinlemeliyiz. Devletin buradaki yetkilileri de samimi ve içten çalışıyorlar. Yerel yöneticiler ve devlet bu mantıkla iş yaparsa insanımız kendi arazileri dışında ormanı da korurlar.
Cumhuriyetimizin ve milletimizin değerlerini tekrar bir araya getirmekle yükümlüyüz. Bu da köyden başlar. Köyde okul yok, öğretmen yok, öğreten yok. O köylerdeki üç beş çocuk zorla, taşımayla, ömrünün yarısı yollarda geçerek bir çaba içerisine bürünüyor. Burada asıl öğrenilmesi gerekenler atlanılıyor.
Köylü sınıfını tekrar ayağa kaldırmamız lazım. Kültür ve kökleri elinden alınmış bir milletin ayakta durması mümkün değildir. Biz bunu devam ettirmekle yükümlüyüz. İktidara da bu noktada itiraz ediyoruz.
Şehirli bir nüfus üretirseniz, şehirlerde insanları koca koca binalara hapsederseniz psikolojik vakalar da artar.
Var olan düzeni geri getirmeliyiz. Bu da güçlendirilmiş bir parlamenter sistemle olur. Gördük ki Cumhurbaşkanlığı sistemi emperyalizme daha kolay köle olmayı getiren bir düzen oldu. Eksik yönleri tamamlanmış bir parlamenter sisteme dönmemiz lazım.
Kartalkaya yangınında şunu yaşadık; bilirkişiler bir rapor oluşturdular. Hem bu raporda hem de komisyonda Turizm Bakanlığını, Çalışma Bakanlığını, İl Özel İdaresini ve itfaiyeyi suçlu bulduk. Burada İl Özel İdaresi ve itfaiye yargılanıp, ceza yiyor. Ama biz Turizm ve Çalışma bakanlıklarının hiçbir bürokratını yargılatamıyoruz. Biz Türkiye Büyük Millet Meclisiyiz. Bizi seçen 86 milyon kıymetli oy veren insan, bizden çözüm bekliyor. Biz ve yasalar bu insanları yargılayın diyor. Yargı da diyor ki evet bunlar suçlu, bunları da yargılamam lazım ama yürütme diyor ki bunları yargılayamazsınız diyor.
Çünkü o bakanların seçmeni 86 milyon değil, bir seçmene bağlılar ve o da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Böyle bir Türkiye kabul edilemez.
Çünkü bakanlık orman arazisini alıp önce Turizm Bakanlığına, oradan kendi getirdikleri müdür hanımı denetleme kurulunun başına geçiriyor, Denetleme kurulunun raporuyla o turizmle aktarılan alan özel tur şirketine aktarılıyor. Dünyanın neresinde olsa ortalık ayağa kalkar. Bizde maalesef her gün anlatmamıza rağmen yalnızca en aşağıdakilerin yargılanmasına izin verildi. Bu konuyu asla kapatmayacağız. Danıştay’da sonuna kadar takipteyiz. 78 kişinin vebali olan insanlar da gelip yargılansın istiyoruz.
Parlamenter sistem olmadığı zaman, Türkiye “benim adamım”, “benim iktidarım” dediğinde, liyakat yerine sadakati seçerseniz bir ülkenin batmasına en büyük sebeptir.
Yönetenlerin Yönetimi isimli kitapta şöyle diyor; Başınıza seçeceğiniz bir yöneticiye bakacaksınız. Müslüman adil değilse, seçmeyeceksiniz. Müslüman değilse ama adilse onu mutlaka seçeceksiniz.” diyor. Kulla Allah arasındaki mesafeyi oraya bırakıyor.
Orman yangınlarını dikkatli izlerseniz orada canlarını yitiren tavşanlar, tilkiler, ceylanlar, kaplumbağalar gözleriyle “kurtarın bizi” derler. Eğer siz bu canı kurtaramazsanız, ülkeyi yönetiyorum denmez.”
(HADİYE AYŞE İRİM)