yandexmetrikacounter
Uz "AR-GE bir ülkenin sadece üretim altyapı | Çanakkale Olay

Uz "AR-GE bir ülkenin sadece üretim altyapısını değil, bağımsızlığını da belirler"

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılan bütçe görüşmeleri sırasında partisi adına söz alan İYİ Parti Çanakkale Milletvekili Rıdvan Uz, Türkiye'nin geleceği olan AR-GE'ye ayrılan bütçenin reel olarak %11 azaldığını belirterek; "Bugün bir ülke kendi çipini, kendi bataryasını, kendi sensörünü üretemiyor ise bu ülkenin sanayisi dışa bağımlı olmaya mahkûmdur." dedi.

51

Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır'ın Bakanlığı ile bağlı kuruluşlarının 2026 yılı bütçelerine ilişkin sunumunun ardından parti temsilcilerinin konuşmaları yapıldı.

Partisi adına söz alan İYİ Parti Çanakkale Milletvekili Rıdvan Uz, komisyonda yaptığı konuşmada şu ifadelere yer verdi:

“Sayın Bakanımızı can kulağıyla dinledik. Sunumları için teşekkür ediyorum. Geçmişten geleceğe değil de bugünden yarına daha çok ağırlıklı bir sunum oldu. Yani uzun noktada vaatlerle ilgili. Tabii ki bununla ilgili atalarımızdan kalan güzel bir söz var bize; Aynesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Biz de 23 yıllık iktidarın artık ne söylediğine değil, ne yaptığına daha çok dikkat eder hale geldik

Bugün getirdiğiniz maketlerle ilgili de geçen sene hatırladığımız kadarıyla orada bir Kağan vardı. Kağan uçağı vardı. Fakat Dışişleri Bakanı ‘Ya bu adamlar Kağan'ın motorunu vermiyor’ deyince yıllardır Kağan üzerinden yapılan propaganda bir anda çöp oldu. İnşallah bunlar da çöp olmaz diye umut ediyoruz.

Türkiye'nin sanayileşme vizyonunu, üretim gücünü ve teknoloji geleceğini elbette konuşuyoruz. Şimdi karşımızda rakamlar değil sadece gelir ve gider sütunlarından ibaret rakamlardan bahsetmeyeceğiz. Bir ülkenin niyetini, istikametini ve vicdanını da temsil eden bir bütçeyi konuşacağız. O yüzden diyoruz ki bütçeler devletlerin vicdan defteridir. O deftere yazılan her rakam aynı zamanda bir kararın, bir önceliğin ve bir tercihin ifadesi olur. Bütçe bir hükümetin vicdanına düşen aynadır.

Aynaya baktığımızda karşınıza çıkan şey fabrikalarda ter döken işçinin alın teri midir yoksa rant sofralarında kadeh kaldıranların gölgesi midir? İşte bu sorunun cevabı bu bütçenin sayılarında gizlidir. Biz muhalefet olarak da bu tabloya sadece rakamlarla değil insan hikâyeleriyle de bakmamız gerektiğini belirtmek istiyoruz.

Çünkü bütçenin muhatabı Excel tablolarındaki kalemler değil sabah saat 5'te atölyesini açan sanayici, borusunu üfleyerek çelik döken ustadır. O yüzden bütçe bizim için sadece bir mali belge değil aynı zamanda bir adalet testidir. Önümüzde duran bütçe Türkiye'nin nasıl bir gelecek istediğini de göstermektedir. Şimdi soru şu: Bilimle mi kalkınacağız, yoksa ithalatla mı oyalanacağız?

Üreteni mi destekleyeceğiz yoksa tüketeni mi besleyeceğiz? Genç mühendisine umut mu vereceğiz yoksa başını alıp gitmesine göz mü yumacağız? Eğer bütçe bu soruların hiçbirine olumlu yanıt vermiyorsa o zaman bu belge kalkınma planı değil geleceğin ertelenmesinden başka bir şey olmaz. Türkiye'nin kaderini belirleyecek olan şey kasada ne kadar para olduğu değil, o paranın kime, ne için ve hangi vicdanla harcandığıdır.

Şimdi gelelim bu vicdan defterinin sanayi sayfasını birlikte bir görmeye. 2025'te 135.419.000.000 TL olan Sanayi Teknoloji Bakanlığı bütçesi 2026'da 124.497.000.000'a düşürülmüş, düşmüş. Yani sanayiye ayrılan kaynak yaklaşık 10 milyar lira azalmış ve bu da %8'lik bir düşüştür. Bu da ne demektir? Yatırımın, üretimin ve istihdamın frene basması demektir. Sanayi üretimi bu yılın 3. çeyreğinde TÜİK verilerine göre de %1.7 daralmıştır. Yani dünya gider Mersin'e, biz gideriz tersine olmuştur. İmalat sanayisi kapasite kullanım oranı 2025 itibariyle %76.5 gerilemiştir. Yani makineler çalışmıyor, hatlar duruyor, işçiler kısa mesaiye geçiyor.

Bunun sebebi ekonomideki belirsizlik kadar sanayicinin de öngörü kaybıdır. KOBİ’lerin kalbi olan KOSGEB bütçesi 2025'te 12.704.000.000 iken, 2026'da 11.165.000.000'a düşürülmüş. Yani %12'lik bir azalma söz konusu. Ama aynı dönemde KOBİ’lerin enerji maliyeti, ham madde ve işçilik %30 artmış. Bu tabloyu nasıl açıklayacaksınız?

Bugün Türkiye'de her üç küçük işletmeden biri bankalara kredi başvurusunda teminat yetersizliği gerekçesiyle ret yiyor. Yani devlet desteğini çekmiş, bankalar üreticiye sırtını dönmüş. Sonuç, KOBİ üretimi düşüyor, istihdam azalıyor, ihracat, rekabet gücü kayboluyor. KOSGEB'in 2024 yılında destek verdiği işletme sayısı 65.000'ydi. Bugün 80.000'lik bir hedef açıklanmış ama bütçe küçülürken matematik başka, saha başka, söylenen başka. Sanayicinin en büyük maliyeti artık hammadde değil, enerji. Türkiye'nin enerji bağımsızlığı ve çevresel sürdürülebilirliği açısından da büyük önem taşıyan yenilebilir enerji yatırımları maalesef son yıllarda komisyonda birer rant aracı haline gelmiş.

19 Kasım 2022'de EPDK tarafından yapılan elektrik piyasası lisans yönetmeliği değişikliği, kamuoyuna bilgi verilmeden yapılan başvurular, usulsüz tahsisler ve yatırım amacı taşımayan lisanslandırmalarla sektörde büyük bir rant kapısı açmıştır. Sektör temsilcisi açıkça söylüyor. Yönetmelik değişmeden önce eş dost listeleri hazırlanmış. Santral yapılacak araziler önceden tahsis edilmiş. Harçlar yönetmelik çıkmadan yatırılmış. Yani enerjide dönüşüm projesi halkın enerjisini sömüren bir bürokratik düzen haline gelmiş. Yönetmelikle birlikte ölçüm verilmesi gerekliliği kaldırılmış. Asgari sermaye şartı ortadan kalkmış. Böylece enerji üretiminin adalet terazisi de bozulmuştur."

"Bu devletin değil, bir zümrenin enerji politikası olmuştur. "

Konuşmasında enerji politikalarına sert eleştiriler getiren Rıdvan Uz, EPDK'nın 2022'de yaptığı yönetmelik değişikliğinin kamuoyuna bilgi verilmeden başvuranlara rant kapısı açtığını iddia etti. Uz konuşmasına şöyle devam etti:

29 Temmuz 2025'de Enerji Bakanlığı yayınladığı dağıtım seviyesinden transformatör merkezli bazı lisans üretim kapasite tablosuna baktığımızda tablo bütün çıplak çıplaklığıyla önümüzde duruyor. Türkiye'nin 81 ilinde tahsil edilebilecek yeni kapasite miktarı 0.0 0 megapiksel. Yani ne demektir biliyor musunuz?

Bu sanayinin önüne duvar örmek, bu üretim yapma, güneşi gör ama faydalanma demektir. Küçük ve orta ölçekli işletmelerde kapasite yok cevabı verilirken Konya ovasında yandaş şirketler devasa yatırımlara başlamış. Bazı trafo merkezleri kapasite dolu ilan edilirken aynı trafolarda belirli gruplara gece yarısı kapasite tahsisi yapılmıştır.

Bu devletin değil, bir zümrenin enerji politikası olmuştur. EPDK'nın 2022 değişikliğinden sonra alınan lisansların bir bölümü yatırım amacıyla değil, ticaret amacıyla el değiştirmektedir. Yani enerji üretim aracı olmaktan çıkmış borsa kâğıdına dönüşmüştür. Lisanslar elden ele gezerken; Anadolu sanayicisi ölçüm verisi yok bahanesiyle maalesef bekletilmektedir.

Bütün bunların sonunda bir başka sorun daha doğmuştur. İPARD projeleri. Avrupa Birliği destekli bu projelerde yenilenebilir enerji yatırımı yapmak pozitif değerlendirme unsurudur. Ama kapasite tahsisi yapılmadığı için sanayici bu hibelere başvuru bile yapamıyor. Yani devlet bir yandan yeşil dönüşüm yap diyor. Öte yandan kapasite sıfır tabelası gösteriyor. Kısacası sanayicinin eli kolu bağlanmış durumda.

Sayın Başkan, enerji arz güvenliği diyerek övünen bir hükümet neden yenilenebilir enerjiye yatırım yapacak sanayiciye kapasite açmaz? Bu da en önemli sorudur. Bir tekstil fabrikası günde ortalama 10 ila 15.000 kW saat enerji tüketiyor. Bir çimento tesisi 3 milyon kW saat, bir demir çelik tesisi yılda 3 milyon kW saat elektrik harcıyor. Bu fabrikalar bu ülkenin üretim kalbi ama bu kalp artık yükselen enerji faturaları sebebiyle atmıyor. EPDK'nın verilerine göre son 2 yılda sanayi elektrik tarifesi %180 oranında arttı. Doğal gaz tarifesi 2022'den bu yana sanayi abonesi için %230 yükseldi. Sadece 2025'in ilk 9 ayında elektrik fiyatlarına 3 kez, doğal gaza 5 kez zam geldi.

Bu kadar sık değişen bir fiyat politikasında sanayicinin planlama yapmasını nasıl bekleyebiliriz? Nasıl yıllık üretim hedefi koyabilir? Nasıl ihracat sözleşmesi imzalayabilir? Enerji fiyatları bir yana öngörülemezlik artık yapısal bir sorun haline gelmiş. Türkiye’de bugün sanayici, enerji maliyeti dâhil gelecek ay ne kadar olacağını konuşur hale gelmiştir. Sanayi üretimi 2025'in 3. çeyreğinde 1.7 daralmıştır.

Bu daralmanın en büyük nedeni enerji maliyetlerindeki belirsizliktir. Sanayicinin her ay yeni tarife korkusu yatırımın önündeki görünmez bir duvardır. Bu kadar sınırlı destekle hangi fabrika enerji dönüşümü yapabilir? Organize sanayi bölgelerinde durum daha da çarpıcıdır. Bugün Türkiye'de 353 OSB faaliyet göstermekte. Bunların yalnızca %12'sinde ortak enerji üretim tesisi var. Yani sanayicinin ezici çoğunluğu ulusal tarife sistemine bağlı. Elektriğe zam geldiğinde OSB'deki her atölyenin ışığı sönüyor. Bu bütçe OSB'lerde sabit fiyatı enerji modeli ya da bölgesel enerji havuzu oluşturacak tek bir satır da bu bütçede göremiyoruz. Oysa sanayicinin istediği şey çok basit. Her ay zam değil, her yıl plan görmek, her sabah sürpriz değil, her çeyrek istikrar dönemi görmek istiyor.

Enerji verimliliği sadece kampanyayla değil; yatırımla, teşvikle, uzun vadeli planla yapılır. Bu ülke enerji ihracatına yılda 50 milyar dolar öderken neden kendi güneşini, kendi rüzgârını kendi sanayisinden dışlamaktadır?

Avrupa'da sanayiye uygulanan enerji politikalarına bir bakalım. Almanya 2024'de sanayi elektriği fiyat tavanını kilovat saat başına 6 sent. Fransa sanayide kullandığı elektriğin %45'ini yeşil kaynaklardan sağlıyor. Polonya enerjisi yoğun sektörlere karbon vergisi desteği sağlıyor. Bizde ise sanayici hem yüksek fatura ediyor hem de karbon vergisine hazırlıksız yakalanıyor. AB'nin 2026 ile devreye girecek sınırda karbon düzenlemesi enerji maliyetini ikinci bir yük hâline gelecek. Yani karbon yükü sanayimize geliyor ama hala güneş paneli, ısı pompası tesis lüks yatırım olarak görülmeye devam ediyor.

Enerji sadece üretim maliyeti değildir. Bir bağımsızlık da meselesidir. Bugün Türkiye sanayicisi kendi elektriğini üretmek istiyor ama mevzuatınız buna müsaade etmiyor. Sektör temsilinin çağrısı nettir. Kapasite tahsisleri şeffaf ve hakkaniyetli biçimde yapılmalıdır.

Lisanssız başvurulara eşit erişim sağlanmalı. Teknik kısıtlılık gerekçesiyle keyfi engellemeler son bulmalıdır. Tahsis edilen kapasitelerin yatırım yapılmadan el değiştirmesi mutlak suretle engellenmeli. Rant lisansları da iptal edilmelidir. İPARD projeleri ile çelişen bu uygulama ortadan kaldırılmalıdır. Bizim için mesele sadece enerji değildir. Bu mesele adalet, üretim ve bağımsızlık meselesidir.

2024 sonunda sanayi tarifesi %43 artmış durumdadır. Bu OSB'de üretim yapan orta ölçekli tesis yılda 15 milyon TL'nin üzerinde enerji tasarrufu ödüyor demektir. Bununla rekabet etmek isteniyor ise bakanlık enerji verimlilik yatırımlarını destekliyoruz diyor ama 2026 bütçesinde bu başlık için ayrılan toplam bütçe sadece 0.8. Bir bile değil. Yani ₺100'nın altında ₺1 enerji verimliliğine gidiyor. Bu da sanayicide daha verimli ol deyip cebine para yerine taş koymaktan başka bir şey değildir.

AR-GE yatırımı bir ülkenin geleceğini belirler ama TÜBİTAK bütçesi 2025'te ₺51.864.000.000'dan 2026'da 41 46.163.000.000'a düşüyor. O da %11 azalıyor.

Yani bunun anlamı şudur: Eksilen proje, ertelenen deney, kapanan laboratuvar. Türkiye'nin AR-GE harcaması gayrisafi milli hasılanın %1.3'ü seviyesinde. OECD ortalaması ise 2.7. Yani yarı yarıya gerideyiz. Bu fark teknoloji üretimiyle, teknolojiyi ithal eden ülkeler arasındaki farktır. Yani bağımsızlık farkıdır.

Bugün Merkez Bankası verilerine göre sektörün toplam kredi borcu 5.4 milyon TL'ye ulaşmış. Ancak bu borcun sadece %24'ü uzun vadeli yatırım kredisi. Yani sanayici üretim için değil, ayakta kalmak için borçlanıyor. Kredi faizleri %50'nin üzerinde. Teminat oranları %130'a dayandı. Bu tablo hangi girişimci için mantıklı olabilir?

Sanayi Bakanlığı'nın 2026 bütçesi reel sektörün toplam finansman ihtiyacının sadece 3,5'una denk geliyor. Yani ekonomik büyüklüğüyle orantısız, etkisiz bir bütçe olmuş oluyor. Türkiye'nin imalat sanayisi üretimi %70'i ithal harcamalarına dayanıyor. Bu oran 10 yıl önce %62'ydi. Yani bağımlılığımız artıyor.

Bu kadar açık ithalat bağımlılığı varken 2026 bütçesinde yerli üretim teknolojisi, aramalı yerleştirme fonu ya da tedarik zinciri dönüşüm desteği için bir ayrıntı, bir satır bile yok. Bütçenin dili hâlâ ithal et, monte et, ihraç et mantığıyla yazılmış. Bu sürdürülebilir bir kalkınma modeli değildir. Bu, bağımlılığı sanayi politikası haline getirmektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, şimdi gelelim AR-GE'ye; yani bir ülkenin aklına, beynine, geleceğine. Bir ülke ne kadar üretirse üretsin, bilim üretmiyorsa bir gün üretim yeteneğini de kaybedecektir. Bugün Türkiye'nin en büyük sanayi sorunu sadece madde ya da finansal değil, bilimsel üretim eksikliğidir.

Bakın TÜBİTAK bütçesi 2025 yılında 51.864.000.000 iken 2026'da 46,6 milyar 163 milyona düşmüş. Yani yaklaşık %11'lik bir kesintiye uğramış. Bu sadece bütçe daralması değildir. Bu gelecekten çalınan da bir paydır. Her konuşmada yerli ve milli teknoloji hamlesi diyorsunuz ama bu tablo, hamle değil tam da geriye adımdır.

Bu; genç bilim insanına bekle, laboratuvar sahibine sabret, sanayiciye ise ithal et demektir. TÜBİTAK'ın desteği azaldığında sadece laboratuvar değil, bir ülkenin hayal gücü de karanlığa gömülüyor. Çünkü AR-GE bir ülkenin sadece üretim altyapısını değil, bağımsızlığını da belirler. Bugün bir ülke kendi çipini, kendi bataryasını, kendi sensörünü üretemiyor ise bu ülkenin sanayisi dışa bağımlı olmaya mahkûmdur. Biz bunu defalarca yaşadık.

Savunma sanayiinde yabancı lisans krizi, otomotivde ithal batarya bağımlılığı, elektronikte çip kıtlığı, hepsi aynı sorunun sonucu. Yetersiz AR-GE bütçesi ve dağınık teknoloji politikası. TÜİK'in 2024 verilerine göre Türkiye'nin ARGE harcaması %1.3'ü, OECD ortalaması 2.7, Güney Kore'nin ise 4.9.

Yani biz gelişmiş ülkelerin harcadığının yarısını bile AR-GE'yi ayıramıyoruz. Ama fark sadece rakamlar değil, yaklaşım farkı da var. Onlar AR-GE'yi devletin stratejik yatırımı olur görürken; biz hâlâ sanki harcama kalemi olarak görmeye devam ediyoruz. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı 2026 bütçesinde AR-GE desteklerine ayrılan toplam pay 3.2.

Bu oran bilgi ekonomisine geçmek isteyen bir ülke için sadece trajikomik bir rakam. Türkiye'nin ihracatında yüksek teknoloji ürünlerin payı şu anda 3.5. Bu oran 2010'da ise 3.7'ydi. Yani 15 yılda ileri gitmek yerine, geri gitmişiz. Siz AR-GE bütçesini kesip hâlâ Türkiye Yüzyılı derseniz; o yüzyılın kapısını hiçbir zaman açamazsınız.

Bakın bir örnek vereyim. 2024 yılında Almanya, sanayi AR-GE bütçesini 78 milyar avroya çıkardı. Güney Kore sadece yeşil teknoloji dönüşümü için 43 milyar dolar fon ayırdı. Bizim 2026 TÜBİTAK bütçemiz 46 milyar TL. Yani döviz basında yaklaşık 1.3 milyar dolar. Bu bir Alman eyaletinin üniversite araştırma bütçesine bile denk değil.

Bu tabloyu görüp de hâlâ teknoloji hamlesi diyorsak bu hamle kelimesinin anlamını unuttuk ya da bilimi artık lüks sayıyoruz anlamına gelir. Türkiye'nin laboratuvarlarında genç araştırmacılar projesi desteği bulamadığı için çalışmalarını yarıda bırakıyor. Bir kısmı Avrupa'ya bir kısmı Kanada'ya gidiyor. Çünkü giden sadece insanlar değil, yıllarca verilen eğitim, birikim ve umut da yurt dışına gidiyor. Bu araştırmacının Hollanda'ya gidişi; bu ülkenin 20 yıllık eğitim yatırımının bavulla yurt dışına çıkması anlamına geliyor. Sayın Başkan, sanayi politikamızın en temel sorunu planlama eksikliği ve öngörü yoksunluğudur.

Bugün ihracatımızın 69.8'i ithal ara mallarına dayanıyor. Yani ihracat artarken bile cari açığımız büyüyor. Çünkü biz üretmiyoruz. Montaj yapıyoruz. 2026 bütçesinde yerli ara malı üretimi için ayrılmış tek bir özel fon yok. Bu olmadan rekabet gücü yaratamayız. Teknolojiye geçemeyiz. İş gücü tablolarında tablo çok daha da ağır.

Sanayide 2005 yılımı itibariyle yaklaşık 600.000 nitelikli personel açığımız da var. Meslek liseli ile özel sektör arasındaki işbirliği oranı sadece %32'ye düşmüş durumda. Yani sanayi 4-0 konuşuyoruz ama sahada hâlâ kaynakçı, torna ustası, tekniker bulamıyoruz. Ve beyin göçü… Son 3 yılda 17.000'den fazla mühendis ve yazılımcı yurt dışına gitmiş.

Bir mühendis Almanya'ya gidiyor. Türkiye, 20 yıllık emeğini ve bilgisini ve eğitimini kaybediyor. Bu gidiş insan değil; sermaye kaybı. Avrupa Birliği'nin sınırda karbon düzenlemesi 2026'da yürürlüğe giriyor. Türkiye ihracatının %41'i AB'ye gidiyor. Yani bu düzenleme sanayimizin neredeyse yarısını doğrudan etkileyecek. Ama bu bütçede karbon azaltımı, yeşil enerji, çevre dostu üretime tek bir fon artışımız yok.

Yeşil dönüşüm yatırımlarına ayrılan bütçe payı 0.6'da kalmış. Bu tabloyla ihracatçımız karbon vergisi ödeyecek, rekabet gücümüz AB kapısında eriyecek. Yani yakında yalnız vize değil karbon duvarına da toslayacağız. Teşvik sistemi hâlâ büyük holdinglerin oyun alanı. 2024'te toplanan verim teşvikleri %74'ü 500 firma arasında. Anadolu'daki sanayice düşen pay sadece %8.

KOBİ teşviklerinde bürokrasi yükü ortalama 78 gün. Yani bir yatırım kararından teşvik onayına kadar neredeyse 3 ay bekliyor. Bu sürede yatırım, istihdam, üretim, ihracat diyorsunuz ama bu dört kelimenin birimi, ölçülebilir bir hedefi yok. Kaç yeni fabrika kurulacak? Kaç kişi istihdam edilecek? Hangi sektör, hangi katma değeri yaratacak belli değil. Bu bütçe rakamlarla süslenmiş bir öngörüsüzlük belgesi. Biz diyoruz ki: "Türkiye'nin kurtuluşu üretimdedir. Ama üretim planla, istikrarla, bilimle olur. Sanayiciye yıllar arası öngörülebilir bütçe sağlanmalıdır.

Yerli ara malı fonu oluşturulmalıdır. KOBİ'lere doğrudan hibe ve teminat desteği verilmelidir. AR-GE ve yeşil dönüşüm harcamaları en az %2 arttırarak yeniden düzenlenmelidir. Teşvikler yandaşa değil yeniliğe göre verilmelidir. Bölgesel ajanslar güçlendirilmeli ve OSB'lere enerji maliyeti sabit tarife sistemi ile devreye alınmalıdır. Çünkü üretici susarsa; ekonomi susturulur.

Bizim mücadelemiz emeğin, bilimin ve üretimin mücadelesidir. Hedefimiz katma değerli üretimle güçlü, adil, bağımsız bir Türkiye'dir diyor, teşekkür ediyorum.”

(HADİYE AYŞE İRİM)
Paylaş