seviugurlu@gmail.com
Fotoğraflar ile geçmişe yolculuk yapabileceğinize inananlardan mısınız? Çünkü ben öyleyim… Bir fotoğraf; bizi yokuşlardan aşağı itekleyebilir, kanıksanan tüm tanımlamaları yerle bir edebilir, eskimiş yarayı dürtebilir…
Yazı için bir eşlikçi önerisi: The Cranberries - Ode To My Family
Geçen gün "Rüzgarlı Kentin Hafızası" öncülüğünde düzenlenen “Hafıza İşleme” atölyesine katıldım. Mukadderatını tamamlamış fotoğraflara, iğne-iplik ve pullarla nakış işlediğimiz bu atölyeden bahsetmesem olmazdı. İsteyen kendi fotoğrafını getirirken, ben atölyeden bir fotoğraf seçme kararı aldım. Fotoğraflar üzerine düşündüğümüz, bazı kendimizi bazı hikayemizi anlattığımız atölyede, geçmiş zamanların hissiyatları birbirine karıştı. Herkesin fotoğrafı kendine yitik, herkesin zamanı kendine kayıp. Atölye deneyimim, "aile" ve "kökler" etrafında şekillendi benim için. Aile, hem her şey hem de hiçbir şey olabilirdi.
Yalı Hanı’nı bilirsiniz. Han’dan çeperi Çanakkale sınırlarına kadar olan bir yuvarlak çizelim. Bu yuvarlağın içinde kalanlara, yani bizlere ve köklerimize dair hikayeleri anlatmamızı isteyen üç kadını da aklımızda tutalım.
İşte o gün, geçmişin siyah-beyaz fotoğraflarını, bugünün renkleriyle dokumak için Yalı Hanı’nda buluştuk. Önce konuştuk, tanıştık. Sonra bir bir açıkladık, neden buradayız. Kimdi bu fotoğraftakiler, biz kimdik? Atölye Kolaylaştırıcısı Damla, atölyede ne ve neden yapacağımızı anlattı bize...
Bilerek fotoğraf getirmemiştim. Geçtiğimiz sene anneannemi kaybetmemizin ardından, tüm fotoğraf albümünü, dijitale geçirmek için yanıma almıştım. Peki o gün neden götürmedim? Atölyeden bir saat kadar önce evdeki albümlere göz gezdirmiştim. Her şey tam da hatırladığım gibi ve tüm hatırladıklarım fotoğraflar kadardı. O andan bir öncesi, bir sonrası yoktu… Tüm anılar kendi yağıyla kavrulmaya devam etsin diye albümün kapağını sıkı sıkı kapattım. Bu farkındalığın saçımı çok çekiştireceğine ve günün geri kalanından büsbütün münferit olacağına inandığım için başkasının anılarını işlemek, görece makul bir savunma mekanizmasıydı. Çünkü elimde tuttuğum fotoğrafa karşı manevi bir sorumluluğum yoktu. Hoş! Bendeki tüm fotoğraflar da "hatırladığım" kadar değerliydi. Neyse, bu tartışma benim içimde bile yeteri kadar büyük, burada bırakalım.
Atölyeye gitmeden önce aklımda, kadınların yıllardır tekrarladığı o güçlü duruşu, "eli belinde" motifini işlemek vardı. En az üç nesil kadının bir arada -eğer şanslıysam evde- denk getirebilirsem ne de güzel olurdu! Şanslıydım. Peki neden eli belinde? Son zamanlarda toplumsal cinsiyet rollerimiz ve kültürel desenlerimiz ile pek iç içeyim diyelim. “Bir anneyi ve onun kendi hayatının penceresinden gördüklerini anlattığı, yaşam deneyimini aktardığı kızları”nı görmek istedim. Bu pencerenin hangi hayatlarda zuhur edebildiğine şaşırıyorum hala. Bana ait olmayan anılara bakarken, aradığım o kaybolan parçayı, eksik hikayeyi tam anlamıyla buldum. Öte yandan, “Ode to my family” önerimin, benim atölye ve nakışlar üzerinden kurduğum şahsi bir bağlantı olduğunu söylemekte de fayda var.