yandexmetrikacounter
MÜBADELE; 102. YILINDA, NEDİR? NE DEĞİLDİR? | Çanakkale Olay

MÜBADELE; 102. YILINDA, NEDİR? NE DEĞİLDİR? (3)

Tarihten Bir Yaprak...
314

MÜBADİLLERİN NAKLİ

Anlaşmaya göre mübadillerin nakli gemilerle yapılacak, Yunanistan ve Türkiye kendi “ŞEY”lerini kendi taşıyacaktır. Ama Türkiye’nin kullanacağı gemi yoktur. “KABOTAJ” hakkı olmadığından, “KAPÜTÜLASYON” hukuku nedeniyle, üç tarafı denizle çevrili Anadolu deniz taşımacılığında sıfırdır. İhale açılır İtalya-Avusturya ortaklığında bir şirket ihaleyi kazanır. Buna karşılık paralar dışarıya gitmesin diye, kömür, hayvan, taş, zahire taşımacılığı yapan, küçük tonajlı “KURU YÜK GEMİ” sahiplerinin oluşturduğu “VAPURCULAR BİRLİĞİ” bu taşımayı üstlenir, ihale iptal edilir.

Eylül 1922’de limanlara yığışmaya başlayan bu insanlara her gün yenileri eklenmektedir. 30 Ocak 1923’de anlaşma imzalanır. Nakil hazırlıkları başlar. İlk mübadele gemisi “ÜMİT” 15 Ekim 1923’de yola çıkmış, 17 Ekim 1923’de İstanbul-Tuzla’ya varır. 30 kuru yük gemisi seferlere başlamıştır, taşıyacağı yolcu sayısı 500 bine yakındır.

Akıbetleri hakkında bir şey bilmeyen, can korkusu, açlık, hastalık, pislik, tedirginlik içinde tam bir yıl geçmiştir. Bir yıl sonra “UMUT”, “ÜMİT” gemisiyle Anadolu’ya yol almışlardır.

GEMİLERDE YOLCULUK…

Sancılı ve acılı bir süreç, binenler yolcu ama bindikleri gemi “KURU YÜK GEMİSİYDİ”.

Kuru yük gemisi, sıvı almayan her şeyi taşıyan gemidir. Kapağı olmayan, büyük bir tencere, buna ne yüklersen yükle, “Ölümü bile kıskanır hale gelmiş” bu insanları yüklediler gemilere… Bu gemilerin “en genci” 50-60 yaşındaydı. Kısacası insan taşımaması gereken gemilerdi.

Gemiye binenlerin ellerine “TASFİYE TALEPNAMESİ” diye bir belge veriliyordu. Yunanistan’da bıraktıkları malların “TESBİT TUTANAĞI”ydı. Ama hiçbir zaman bu tutanağa göre işlem yapılmadı. Gemiye binenler aşılandı. Sağlık sorunlarından “HİLALİ AHMER” sorumluydu. Hastalık yaygındı. En çok görülen hastalıklar, sıtma, malarya, trahom, kızamık, kızıl, veba, kolera, çiçek hastalıklarıydı, en çok korkulan hastalıklardı. Yaşadıkları ortam nedeniyle de bu hastalıklardan kaçınılmazdı. Ölümler çok oluyordu. Hastalar bir köşede, diğerleriyle temas ettirilmemeye çalışılıyordu. Her gemi 1000 ila 1600 kişi taşıyordu. Götürülen hayvan ve eşyanın durumuna göre sayı değişiyordu. Hayvanlar, denk olmuş eşyalar, insanlar, hepsi bir arada, güverte olmadığını için gördükleri tek şey gökyüzüydü yağmur, kar yağsa üstlerine yağıyordu. Kapalı olarak sonradan monte edilmiş bir-iki kamara vardı. Onlarda çok ağır hastalar ve doğum yapanlar vardı. Ölüm olayında “Bir mezarı olsun” diyerek denize atılmasına karşı çıkanlar oluyordu, kimileri ölülerini saklıyordu. Ölenler vücuduna bir demir bağlanarak denize atılıyordu. Bebek öldüyse denize atılmasına gönlü razı olmayan anne, emziriyormuş gibi yapıyordu.

Geminin yalpalanmasından dolayı denize düşenlerin hepsi “DENİZİN ÇOCUKLARIYDI”. Bu mübadiller karaya ayak basana kadar “VATANSIZLAR” “Gemide öldüyse” onun adına hiçbir şey talep edilemezdi. “Tasfiye Talepnamesi” kayıtlarından düşülüyor “YOK” hükmünde sayılıyordu.

Gemidekiler;

Her beden içinde bir vatan saklıyordu. Her beden bir vatan taşıyordu. Umutlarını doğdukları topraklara gömmüşlerdi. Gözyaşlarını içine akıtarak veda ettiler. Selanik gözden kayboluncaya kadar baktılar hasretle, beyinlerinde “anılar” saklıydı.

Karaya ayak bastıklarında “Türkiye’li” oldular. İlk uğrak yerleri “TAHAFFUZHANELER”di (Karantina) burada sağlık kontrolleri yapılıyor, aşılar olunuyor, gerekli önlemler alınıyordu. Kötü yaşanmışlıklar nedeniyle taşımalarda gemilerde ölüm sayısı 278’dir. Karantina’da ölüm 870, kayıtlara geçen toplam 1148’dir.

En büyük TAHAFFUZHANE İstanbul-Tuzla-İzmir-Urla “Klazomen”-Mersin tahaffuzhanesidir. Bu noktalara bırakılan mübadiller bir ay kadar burada kaldıktan sonra Anadolu’nun değişik noktalarına dağıtılıyordu.

Mübadele gemisi deyince ilk akla gelen gemi “GÜLCEMAL”dir. Gülcemal Yunanistan’dan yolcu taşımamıştır. Karantinaya gelen, işlemleri biten yolcuları yerleşim yerlerine dağıtmıştır.

Bu yaşanmışlıklar, bu sıkıntılar, belki fazlası, Yunanistan’da yaşanıyordu. Savaşta yenilmiş, 1,5 milyon göç almış daha doğrusu çökmüş bir Yunanistan ortadaydı. Nüfusu 3,5 milyonken 5,5 milyon nüfuslu bir Yunanistan olmuştu. Bu yükü kaldıramayacağını anlayınca Milletler Cemiyeti’nden, Uluslar arası yardım kuruluşlarından yardım talep etti. Bu talep karşılık buldu, her şey plan, program ve organizasyonla ciddi parasal yardım yoluyla çözme yoluna gittiler.

Türkiye’yle bu kuruluşlar yardım talebinde bulunsalar da Türkiye bağımsızlık ilkesi zarar görür diye kabul etmedi. Plan, program, organizasyon olmayınca el yordamıyla, “Kervan yolda düzülür” mantığıyla iskân politikası yaptılar. Ciddi sıkıntılar, mağduriyetler, haksızlıklar ve adaletsizlikler yaşandı.

Daha 1922 Eylül’lünde dağılan Yunan ordusu en önde kaçıyordu. Arkasında sivil Rumlar, Türk ordusu ve onun arkasında 200 bin kişilik “yağmacılar ordusu”, bu ordu Anadolu’nun en “açıkgözlü”lerinden oluşuyordu.

Öyle ki;

Bütün emvali metrukeler sahiplenilmiş, paylaşılmış, satılmış, kiraya verilmiş, hediye olarak verilmiş kısaca; alan almış, satan satmış, “atı ala Üsküdar’ı geçmiş”. 17 Ocak1924’de emvali metrukelerin işgal edilmesi konusunda genelge yayınlanmıştır. Bu genelge hiçbir zaman uygulanmamıştır.

Programsız iskân politikası sonucunda anasını, babasını kaybeden çocuklar, çocuklarını kaybedenler, babalar, bölünen aile dramlarıyla dolu mübadele 20-30 yıl sonra buluşan aileler, kardeşler hikâyeyle dolu mübadele.

(Devam Edecek)