yandexmetrikacounter
Hükümdar göz yummazsa; Eşkıya kervan basama | Çanakkale Olay

Hükümdar göz yummazsa; Eşkıya kervan basamaz…

68

6-7 Eylül Olayları 1955

70. Yıl Biterken…

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, Anadolu’da etnik ve demografik açıdan homojen bir ulus-devlet inşa edilmesi, temel politika olarak benimsenmiş ve bu politika Cumhuriyet dönemi boyunca çeşitli yöntemlerle uygulanagelmiştir. Gayrimüslim azınlıklar- Rumlar, Ermeniler, Yahudiler- ile Kürtler gibi, Türk olmayan grupların zorunlu asimilasyonu, bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

Rum, Ermeni ve Yahudilere yasalar çerçevesinde azınlık statüsü tanınmış olsa da asimilasyon politikaları her dönemde ağırlığını korumuştur. Gündelik hayatta, Türk etnisitesine mensup olmak, devletin kimlik politikasında belirleyici idi. 6-7 Eylül 1955’te İstanbul, İzmir, Ankara, İskenderun’un gayrimüslim sakinlerine eş zamanlı yönelik saldırıların, Türk devletinin ulus-devlet inşa etme politikasıyla sıkı bir ilişkisi söz konusudur.

Olaylar, dönemin Demokrat Parti hükümeti tarafından, devletin istihbarat servisi kullanılarak planlanmış; DP yerel teşkilatları, “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti”, öğrenci gençlik dernekleri, sendikalar gibi devletçe yönlendirilen örgütler tarafından uygulamaya sokulmuştur.

Çokuluslu imparatorlukların dağılmasından sonra, etnik olarak homojen devletlerin kurulması çabasını görmekteyiz. Bu ulus devletin inşasında, etnik gruplardan birinin, ulus devlet inşasında kaderini tayin hakkını kendinde gördüğünü ve kendini yeni devletin taşıyıcısı olarak tanımlarken; diğer etnik toplulukları “azınlık” olarak tanımlamıştır. Bu yeni devletler azınlıkları, genellikle, ulus-devletin homojenleşmesi önünde bir engel, hatta tehdit olarak görmüştür. Etnik, kültürel birlik yoksa,, diğer etnik grupların varlığı,, yeni inşa edilen ulus-devlet için bir zaaf olacaktır.

Günlük hayatta devletin kimlik politikası temelde Türklük üzerinden belirlenmiş, bu yolla millet olma, modernleşme ve batılılaşmanın hızlı bir şekilde gerçekleşeceği düşünülmüştür.

Homojenleşmenin bir ayağı da ekonomik politikalardı. Türk unsuru taşıyıcı öğe olduğuna göre; 1942 yılında uygulamaya giren “Varlık Vergisi” Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin ekonomideki liderliğine son vermek, sermaye ve mal transferiyle homojenleşmeyi hedeflemiştir.

Devletin “öteki” dediklerine zorunlu göç ve iskân politikaları bu çabaların ürünüdür. 1934’teki “Trakya Olayları” olarak bilinen ve Yahudileri zorunlu göçe zorlayan saldırılar, 1930’larda Kürtlere uygulanan iskân politikaları, aynı düzlemde değerlendirilmelidir.

Tarih sürecinde değişik nedenlerle göç, sürgün olayları vardır. Anadolu’da ilk kez ulus-devlet inşa sürecinde “öteki” nedeniyle sürgün, göç ettirme olaylarını 1911’de Trablusgarp Savaşında görüyoruz. İtalya donanmasının Ege’ye gelmesiyle Batı Anadolu’da kıyılarda yaşayan yerleşim yerlerindeki “öteki”ler tehdit ve güvenlik nedeniyle, Anadolu’nun iç kesimlerine göç ettirilmiştir. 1912 Balkan Savaşı ile devam etmiş, Dünya Harbi derken 1915 Ermeni sürgünü, Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşması ardından MÜBADELE ulus-devlet inşa sürecinin başlangıç noktası oldu. 1930-1940-1950’li yıllar “öteki”lerden arınma yılları oldu. 1929-1934 arasında gayrimüslimlerin Anadolu’nun merkezlerine ve ardından İstanbul’a göç ettirilmesinin amacı, gayrimüslimleri tümüyle Anadolu’dan uzaklaştırıp İstanbul’da toplamaktır. 1946’da CHP’nin hazırlamış olduğu azınlık raporuna göre; İstanbul fethinin 500. yılında yani 1953’te Anadolu gayrimüslimlerden temizlenmeli ve İstanbul özellikle Yunanistan’la olan bağları nedeniyle, İstanbul’da toplanan gayrimüslim nüfus Anadolu topraklarından tamamen arındırılmalıdır.

Türkiye’nin 50’li yıllardaki milli politikasını, 1930-1940’lı yılların politikasının devamı olarak görmek zorundayız. 6-7 Eylül olaylarını etnik homojenleşme, milli ekonomi yaratma çabaları olarak değerlendirmeliyiz.

Zamanın ruhuna uygun olarak çok partili sisteme geçiş sürecinde azınlıklar hükümetlerle olumlu ilişkiler geliştirmişlerdir. Gayrimüslimler seçmen olarak önemsenmeye başlamasından kaynaklanır. Çünkü İstanbul seçmeninin üçte biri gayrimüslimdir. Seçim dönemlerinde CHP ve DP’nin Varlık Vergisinin geri ödeneceği vaatleri, seçim propagandasından ibarettir.

Menderes hükümetinin azınlıklara karşı baştaki liberal politikası, gittikçe zorlaşan ekonomik nedenlerden dolayı yavaş yavaş değişir ve mevcut ilişkiler gerginleşmeye başlar. 1953’ten itibaren gazetelerde Patrikhane ve Rumlara karşı başlatılan kampanya, 6-7 Eylül’ün altyapısını hazırlıyordu. Rumlara yönelikmiş gibi görünen saldırıların nedeni Kıbrıs’mış gibi gözükse de saldırı tüm gayrimüslimlereydi. Kaynaklara göre tahrip edilen yerlerin yüzde 59’u Rumların, yüzde 17’si Ermenilerin, yüzde 12’si Yahudilerin olması, dönmelere, Müslüman olan beyaz Ruslara ait mekânların tahrip edilmesi, meselenin Rumlar olmadığını açıkça anlatmaktadır.

Bu tahribatın yarattığı zorluklardan sonra, fazla zaman geçmeden büyük işyerlerinni önemli bir kısmı el değiştirmeye başlar. İş yerleri müslümanlaşır. Kimisi açılmamak üzere kapanır; kimisi de buraya yatırım yapmaktan vazgeçer. Ve bu insanlar buradan ayrılmanın yollarını arar.

DP hükümeti 1955 yılının başında gittikçe zorlaşan bir ekonomik durumla karşı karşıya kalmış; yüksek enflasyon hayat standartlarını düşürmüştü. Muhalefet susturuluyor, tepkiler bastırılıyordu. Ülke genelinde ciddi rahatsızlık vardı.

1954’ün başlarına kadar, Türkiye’nin gündemine hiç gelmeyen Kıbrıs, İngilizlerin klasik sömürgeci politikasıyla, sömürgesinde yaşayan halkları birbirine düşüreceksin, huzuru sağlamak için de hakem sen olacaksın, uzlaştıracaksın. Bu politikada rol almak DP’nin işine geliyordu. Halkın gazını almak, hükümete karşı olan öfkeyi başka yöne yönlendirmek, ulus-devlet inşası için sermaye ve mal transferi yapmak, her şeyden önemlisi gayrimüslimlerden arınmak, bir taşla çok kuş vurmak… Taşı tama çıkartmak hedef alınmıştı.

Kıbrıs 1955’te Türk kamuoyunun gündeminde başköşeye oturmuştu. 29 Ağustos’ta Londra’daki görüşmelerde Türk Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Ankara’ya gönderdiği mesajdaki “Elimizi güçlendirmek için kamuoyu oluşturun” cümlesi 6-7 Eylül olaylarının başlamasının “işaret fişeği” olmuştur.

5 Eylül’ü 6 Eylül’e bağlayan gece 00.04’te Selanik’te Atatürk’ün evinde bir bomba patlar, bahçeye bırakılan bir ses bombasıdır, sadece camlar kırılır. 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayınlanır. Haberlerin hemen ardından İstanbul’un bulvar gazetelerinden “İstanbul Express” günlük 20.000 basarken, 6 Eylül günü saat 13:00’e kadar 300.000 basmıştır. Manşet, “Ata’mızın Evi Bombalandı.” Dağıtım için haberin radyoda yayınlanmasını beklemektedir. Haber radyoda yayınlandıktan sonra daha o dönemde kurulmuş olan “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti” üyeleri tarafından gazete dağıtılmaya başlar. Halkı galeyana getirmeye çalışılmaktadır.

Kıbrıs Türk’tür Cemiyetinin öncülük ettiği bu hareketin gelişiminde, kendiliğinden gelişen olaylar olarak rastlanmamakta, “tesadüf” hiç görünmemiştir. Her gelişme bir plan, bir program çerçevesinde uygulanmaktadır. “KTC”nin yanında gençlik örgütleri, meslek kuruluşları, öğrenci dernekleri, Milli Emniyet Hizmetleri (MAH), sendikalar, gazeteler, resmi, yarı resmi devlet kurumları, DP’nin parti teşkilatları; ocak, bucak örgütleri ve bu kurumların içinde bol miktarda istihbarat elemanları. Büyük bir organizasyon kurmuşlardır.

6-7 Eylül 1955 ülkemizde “FAŞİZMİN” vücut bulmuş halidir.