yandexmetrikacounter
ÇAĞDAŞLAŞMAYA GİDEN YOLDA ANADOLU RÖNESANSI | Çanakkale Olay

ÇAĞDAŞLAŞMAYA GİDEN YOLDA ANADOLU RÖNESANSI

Çağdaşlaşma -bir genel tanım yapmak gerekirse- her bakımdan içinde bulunduğumuz zamanın gereklerini benimseme, o gereklere uyma, o gerekleri yerine getirme demektir. Bir diğer ifade ile gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından, çağın gerektirdiği yaşam şekline geçme, geçebilme demektir.

Geçmişin Ayak İzleri
128

Atatürk, Türk milletine, çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi, hatta bu düzeyi aşmayı amaç olarak göstermiştir. Çünkü o, Türk toplumunda çağdaşlaşmayı, her şeyden önce bir “yaşam davası”, bir “var olma mücadelesi” kabul ediyordu. Atatürk, “Büyük davamız en uygar ve en refaha kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir” diyor ve bu hususu “Türk milletinin dinamik ideali” olarak gösteriyordu. Onun içindir ki Büyük Önder’in, hemen bütün konuşmalarında uygarlık ve çağdaşlaşma üzerinde önemle ve ısrarla durduğu görülür.

Bir toplum cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur.

Toplumların kalkınmasında başlıca iki yol vardır. Bunlardan birincisi ekonomik kalkınma, diğeri sosyal kalkınmadır. Ekonomik kalkınma insanları maddi yönden refaha ulaştırır, ama bugüne kadar dünya üzerinde sosyal kalkınmasını tamamlamamış hiçbir milletin, ekonomik kalkınmasını sağladığı da görülmemiştir. Sosyal kalkınma aileden başlar. Ailenin temelini de kadın oluşturur. Öncelikle, sosyal kalkınma deyince, aklımıza neler geliyor, bunlara değinmek gerekir. Her şeyden önce sosyal kalkınma, toplumların kültür, hukuk, eğitim, politika, aile güzel sanatlar vb., gibi her alanda kalkınması demek olduğunu bilmemiz gerekir. Bu alanlarda yeterli gelişmeyi sağlayamamış olan toplumlar az gelişmişlik sınıfına sokulurken bu alanlarda ileri gitmiş toplumların da gelişmişlik sınıfının içinde yer alırlar.

Kadının sosyal kalkınmaya olan katkılarına siyasi açıdan tarihi bir perspektif içinde bakmak gerekir. Hepimizin bildiği gibi Türklerin anavatanı Orta Asya’dır. M.Ö. 2000’li yıllarda kurulan Hun Devleti, Çin ile ilişkilerinde Hakan ve Hakanın karısı tarafından temsil edilirdi. Ayrıca, Orhun kitabelerinde, Türk kadınından büyük bir hürmetle bahsedilir ve Oğuz prenseslerinin sosyal ve politik faaliyetleri anlatılır. Osmanlılarda, kadınların da zaman zaman sosyal hayatta yaptıkları eserlerle ön plana çıktığını görmekteyiz. Gevher Nesibe Hatun’un Kayseri’de yaptırmış olduğu tıp merkezi, adına okullar yaptıran kadınlar ki, bunlar oldukça fazladır. Saraya mensup kadınların vakıf olarak kurdukları eserler yurdumuzu süslemenin yanında, bugün de sosyal hizmetlerde kullanılmaktadır.

İşte bu kadınlar ki, Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’mızın meşalesini tutanlardır. Bu Şükûfe Nihal Hanım ki, II. Sultanahmet mitinginde halkına şöyle sesleniyor: “..Biz bu belalara , felaketlere niçin düştük biliyor musunuz? Sustuk da ondan. Haksızlıklara, zulme karşı isyan etmedik, tecavüzlere sesimizi çıkarmadık. Eğer, biz seçme hakkına sahip olsaydık ve milletin sinesinden doğacak milli bir meclisimiz ve bu itimadı kazanmış bir kabinemiz olsaydı, biz bu günleri görmezdik...” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi işin temelinde kadının seçme seçilme hakkı bir başka deyişle kadına söz hakkı verilmeyişi yatmaktadır. İşte, yüce Atatürk’ün büyüklüğü bu noktada ortaya çıkar ve 1930’lu yıllardan sonra bu konuya ağırlık vererek kadına toplumdaki bu günkü onurlu yerini sağlamıştır.

Bu konu üzerine biraz daha durmak istiyorum. Bu haklar, Türk kadınına lütuf olarak verilmemiştir. O hakları Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyetin kurtuluşunda gösterdiği büyük çabanın karşılığı olarak almaya hak kazanmıştır. Bunu biz kadınlar söylemiyoruz, Merhum Başbakan İsmet İnönü, bir konuşmasında şunları söylüyor: “Yeni teklifimle Türk kadınına bu hakkı bir lütuf olarak vermiyoruz aslında bu görüşte olmalıyız. Görüşüm, Türk kadını bu görevde çoktan beri hakkı olduğu ve yanlış olarak geri bırakıldığıdır. Diğer Ülkelerdeki durumun nasıl olduğunu şimdi anlatmak istemem fakat bir ülkede yurdun her tarafı istilaya uğradığında, kadınlar ateş altında erkeklerle beraber omuz omuza ülkeyi korumak ve beslemek için çalışırlar elbetteki bu varlıkların yurdun her köşesinde ve her tabakasında söz söylemeye hakları vardı.” Bu sözleri biz kadınlar söylemiyoruz, öyleyse kadına tanınan sosyal haklar hiçbir zaman kadına lütuf olarak verilmemiştir.

İşte, bu nedenle erkeğin savaşkan ruhunu frenleyen, hep insancıl duygulara sahip ana yürekleri olmuştur. Atatürk’ün şu sözlerinde bunları kanıtlamıyor mu? “Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.” İşte bu nedenledir ki Türk ve Dünya siyasetinde kadın yeni yeni ağırlığını hissettirmeye başlamış, haksızlıklara karşı çıkarak sorunlara barışçıl çözümler arayarak daha huzurlu ve mutlu bir toplum yaratma gayreti içine girmiştir.

Bugün Milli kültüre sahip milletler; diğer dünya milletlerinin kültürlerini tanıdıkça, bu devrin medeni insanlarının karşılıklı anlaşmaları daha barışçı bir amaca erişecek ve milletler arasındaki ortak bir dünyayı paylaşma amacına yönelecektir. İşte bunu da annelerin bebeklerine söylediği barışçı duygularla dolu ninniler ve ninelerin anlattığı insancıl duygularla dolu masallar sağlayacaktır. Yazar Salim İleri’nin şu sözleri dikkat çekicidir: “Kadınların yönettiği bir toplumda yaşamak isterdim. Çünkü kadınlar, erkekten ileridir. Kendine tanınan hakları suistimal etmez, tersine haklarını geliştirir”

Atatürk’ün şu sözleri benim anlatmaya çalıştığım düşüncelerimin en güzel ifadesi değil midir: “Bir toplum, bir millet kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim de kitlenin tümü ilerlemeye imkân bulabilsin. Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenileşme sahasında birlikte kesin aşamalar yaptırmak lazımdır. Böyle olursa inkılâp başarılı olur. Memnuniyetle görmekteyiz ki, bu günkü gidişimiz gerçek ihtiyaçlara yaklaşmaktadır. Herhalde daha cesur olmak lüzumu açıktır”.

Yurt çapında yapılan çeşitli anketlerde kız çocuklarının okumalarına çoğunlukla babaları tarafından “Kız kısmı okuyacak da ne olacak” zihniyeti ile izin verilmediği anlaşılmaktadır. Aklıma gene Tevfik Fikret ‘in şu sözleri geliyor: “Kızlarını okutmayan bir millet oğullarını manevi öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir hüsranına ağlasın.” Tevfik Fikret’in şu sözlerini de söylemeden geçemeyeceğim: “Elbette sefil olursa kadın alçalır beşer.” Burada köy kadınının bu duruma gelmesine sebep yine bağnaz fikirli erkeklerdir.

Cumhuriyet, bir kadın devrimi olarak ilklere imza attı. Türk kadını, dünyadaki birçok ülkedeki hemcinslerinden önce seçme ve seçilme hakkına kavuştu. Cumhuriyetimizin ilk rol model kadınları arasında, Afet İnan, Sabiha Gökçen. Avar Öğretmen, Safiye Ali, Sadiye Hanım, Sâmiye Morkaya, Nezihe Muhiddin, Süreyya Ağaoğlu, Sabiha Bengütaş, Remziye Hisar ve Türkân Saylan gibi nicelerini sayabiliriz.

Bu süreçte; eğitime verilen önemle kurulan köy enstitülerine kızlarımızın alınması cumhuriyetimizin temellerine konulan demir gibidir. Buradan yetişen kadın öğretmenlerimiz, Cumhuriyetimize ışık olacak genç kuşaklarını yetiştirecektir. Cumhuriyet devrimlerinin ayakta kalmasını ve yerleşmesini sağlayan köy enstitülerine olan minnet borcumuzu yadsıyamayız. Hepsine şükran borçluyuz.

Önce kurtuluşa, sonra eşitlik, adalet, lâiklik ve cumhuriyete inanmış; Anadolu aydınlanmasına ışık olan, diğer bir deyişle; Anadolu Rönesansı’nı gerçekleştiren, çağdaşlaşmaya uzanan yolun temel taşlarını döşeyen tüm tüm kadınlarımıza SELÂM OLSUN.

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK’ün dediği gibi; "Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın."

“Şuna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” Gözlerimizi açıp içinde yaşadığımız toplumsal hayata ve tarihe bakıp da bu düşünceye katılmamak mümkün mü? Saygılarımla. 06.01.2025

NOT: “Anadolu Rönesansı”: Bu söz; Hasan Cemil Çambel’in “Makaleler Hatıralar” kitabında yer almaktadır. Kendisi aynı zamanda TTK. Üyesi idi.